‘Güvenli bir Nükleer Santral’ ve‘Güvenlik Kültürü’
Nasıl Sağlanabilir?
Yüksel Atakan,
Dr.Radyasyon Fizikçisi, ybatakan3@gmail.com
‘Güvenli bir nükleer güç santralı’ndan
(NGS), nükleer ve radyasyon güvenliği en üst düzeyde olan ya da arıza ve kaza
olasılığı en az düzeye indirilmiş bir nükleer santral anlıyoruz. NGS’nin, teknolojideki gelişmelerle uyumlu olarak ilgili uluslararası
standartlara göre, güvenlik sistemlerini kapsayacak şekilde kurulmuş ve
işletiliyor olması gerekir. Bu ise, santralin, plan, proje ve hesaplarının
doğru yapılmasından başlanılarak, reaktör binasının ‘beton ve çelik güvenlik
kılıfından’ (Containment), reaktör kazan ya da kabından (reactor vessel),
pompalarından, vana ve dübellerine kadar santralin güvenliğiyle ilgili tüm parçalarının (components) kalite kontrollarının, ilgili uluslararası
standartların ön gördüğü şekilde yapılmasına bağlı olacaktır. Kalite ve
uygunluk kontrolları, ilgili parçaların fabrikalarda üretiminden, oralarda
testlerinden ve daha sonra da santralda
işletme öncesi denenmesine kadar tüm kontrolları kapsamalı ve deneyimli uzman
ya da bilirkişilerce yapılmalıdır. Örneğin Almanya’da nükleer santralların bulunduğu
her eyalette sadece nükleer santralların yapım ve işletmesini sürekli denetleyen
TÜV ve başka kurumların geniş kadrolu bölümleri vardır. Bu konulardaki
ayrıntılar, Fizik Müh. Odası’na 2015
yılında verdiğimiz teknik raporda,
çeşitli yazılarımızda bulunuyor ve bunları seminerlerimizde de sunmaktayız
/1,2,3/.
Akkuyu NGS ile ilgili bugünkü
durum
Bilindiği gibi her biri 1200 MW elektrik gücünde çalışacak 4 bloklu (reaktörlü)
Akkuyu NGS projesi, ‘yap işlet ve bize elektrik sat’ diyebileceğimiz bir modelle,
Rusya hükümetiyle yapılan ve TBMM’den 2010 yılında geçen bir yasaya dayanılarak,
Rosatom şirketine bir andlaşmayla verilmiştir. Santralin yapım gideri 20 milyar
usd olarak başlangıçta kestirilmiş olup bunu tümüyle Rosatom Rus şirketi üstlenmiştir.
Rosatom, santralin yapımından, işletilmesinden ve ileride sökümünden sorumludur.
Türkiye buna karşın, ilk reaktör için 12,35
dolar Cent/ kWh fiyatla 15 yıl boyunca alım garantisi vermiş ve santralin
yapılacağı Akkuyu’daki alanı Rosatom’a bırakmıştır. Santralin, alışılmamış
genişlikte ve pek kimsenin okuyamayacağı 3500 sayfalık bir çevre değerlendirme
raporu (ÇED raporu) hazırlanmış, nükleer karşıtların açtıkları dava danıştayda
red edilmiş, ancak bugün temyiz aşamasındadır (Aralık 2018). Andlaşmanın yapılmasından
ancak 7-8 yıl sonra Nisan 2018’de santralin temeli atılabilmiştir. Medyada Rosatom’un
% 49 hisseyle ortak aramayı sürdürdüğü
ve santralin geleceğinin belirsiz olduğu yer almaktadır. İlk blokun 2025
yılından önce işletmeye açılması beklenmiyor.
Diğer blokların daha sonraki yıllarda bitirilebileceği sanılıyor.
Akkuyu NGS’de ‘Uluslararası Standartlar’a
uyum denetimleri, kalite kontrolları nasıl yapılacak, ve Akkuyu Andlaşmasında
ne gibi boşluklar var?
Daha önceki yazılarımızda /1,4/da ayrıntılarıyla açıklamaya çalıştığımız, görebildiğimiz
ana sorun, Rosatom’un, santralin yapımı sırasında, kendi alışılagelmiş reaktör
teknolojisine göre Rusya’da üretilmiş olan her sistemin, parçanın (components) kalite kontrolunu uluslararası standartlara
uyacak şekilde nasıl yapacağıdır ve bunu, ilgili uzmanları olmayan bizim belki 5-10
yıllık uzun santral yapım süresince sürekli
olarak nasıl denetleyeceğimiz ya da denetleteceğimizdir? Rusya
standartlarına göre yapılagelen örneğin reaktör kabı uluslararası standartlara
nasıl uydurulacak ya da uyumsuzluk ortaya çıkarsa milyonlarca dolarla mal olan
reaktör kabı yenilenecek midir ve büyük ek giderleri Rus şirketi üstlenecek
midir? (Şekil). Bu konularda andlaşmada
hiç bir madde bulunmuyor. Ayrıca, bu değişiklik nedeniyle olacak aylarca
sürebilecek santralin gecikme zararını şirket kabul edecek midir ya da bunun
yerine Rusya yapımı reaktör kabı olduğu gibi ‘-zaten benzerleri Rusya’da başka
reaktörlerde denendi, sorunsuz çalışıyorlar, birşey olmaz, kaygılanmayın mı
denecektir ve santralin bir an önce elektrik üretmesini isteyen biz, buna onay
verecek miyiz? Bu örnek güvenlikle ilgili diğer önemli parçaların denetimi için
çoğaltılabilir. Öte yandan bunların denetimini, fabrika kabulünü ve santralda
testlerini hangi tarafsız bilirkişiler yapacaklar? Santralin en üst düzeyde
güvenliğinin sağlanması ise yukarıda beirttiğimiz gibi bu denetimlerin
başarıyla geçilmesine bağlıdır. Çelik yapıdaki bir reaktör kabınınn (kazanının)
ölçüleri, büyüklüğü çizelgede ve
fotoğraflarda görülüyor (örnek).
Sadece uranyum yakıtının
kullanıldıktan sonra Rusya’ya geri götürüleceğinin bilinmesine karşın, bunun
nasıl ve hangi yolla taşınacağı, yol kazalarının olmaması için ne gibi güvenlik
önlemlerinin kimin tarafından nasıl alınacağı, ayrıca diğer orta ve az
radyoaktiviteli çok miktarda ortaya çıkacak radyoaktif atıklarla ilgili de ne
gibi bir yol ve yöntem izleneceği, bunların nerelerde depolanacağı gibi daha
bir dizi konuda da Akkuyu Andlaşmasında
bir madde bulunmuyor.
Güvenlik Kültürü?
Son yıllarda, büyük tesislerde, işletmelerde ve özellikle
nükleer santrallerde ‘Güvenlik Kültürü’nün önemi üzerine çeşitli çalışmalar
yapılmış ve yayınlar yapılmıştır /5/. Toryum Ender Topraklar platformunda
Sn.Şarman yazısında /6/ bu konuyu ele almış, Güvenlik Kültürü (Safety Culture)
kavramının Çernobil Nükleer kazası sonrası ortaya çıktığını, bu kavramın
işletmelerde ne anlama geldiğini, bunun gerçekleşebilmesi için neler yapılması
gerektiğini ve önemini gözler önüne güzel
bir şekilde sermiştir. “ Bu yazısında Güvenlik kültürü (GK) şöyle
tanımlanıyor: GK, doğası nedeniyle içerdiği önemden kaynaklanan koruma ve güvenlik konularının, baskın öncelikleri
nedeniyle, şahıs ve organizasyonlarda oluşturulması gereken davranış biçimi ve
niteliklerin tümüdür. GK'ü çalışanların
ve yönetimin güvenlik konusunda ortak bir algılamaya, diğer bir deyişle ortak
bir topluluk bilincine sahip olması anlamına gelmektedir. ”
Eğer ‘güvenlik
kültürü’, ülkemizde de ileride işletilecek nükleer santrallerde de
uygulanabilirse, kazaların önlenmesine büyük katkılar sağlanabilir. Güvenlik kültürünü personele vermek
hatta aşılamak kuşkusuz önemlidir. Ancak her şeyden önce nükleer santral
personelinin yaptıkları, yapacakları işlerde çok iyi yetişmiş, deneyim kazanmış
kısacası ‘kalifiye’ elemanlar olması ve kendilerine belirli aralıklarla gelişen
teknolojinin yeni bilgilerinin, ileri kurslarla ve yerinde pratikle (‘on the
job training’) benzer nükleer santrallerde ya da ilgili tesislerde kazandırılması
gerekir.
Bu nedenle ‘Güvenlik Kültürü’, yukarıda
vurguladığımız gibi eğer santral, ‘güvenliği en üst düzeyde’ olacak
uluslararası standartlarla kurulmuş ve kalifiye personelle çalıştırılabiliyorsa
işlevini görecek ya da bir işe yarayacaktır. Güvenlik kültürünün önemini vurgulayanlar,
zaten santralin güvenliğinin en üst düzeyde ve personelin de kalifiye olması
gerektiğini varsayıyor olmalılar. Ancak gerçek durum her yerde ve her zaman
böyle olmayabilir. Nitekim, bugüne kadar olan Çernobil ve Fukuşima kazalarının
her ikisinde de santrallerin yapısında önemli eksiklikler vardı ve kazalar
küçük bir grubun ya da yönetimin hatalarının bu eksikliklere eklenmesiyle
oluşmuştu. Bu santrallerde çalışan tüm personel güvenlik kültürünü
benimsemiş olsaydı da teknik eksiklikler ve Çernobil’de olduğu gibi bilgisiz,
deneyimsiz sadece 2-3 kişinin büyük hatası nedeniyle kazaların ortaya çıkması
kaçınılmazdı denebilir.
Başka bir örnek, tren kazalarından verilebilir: Siz eğer elektrikli
demiryolu makasını hiç görmemiş bir makasçıyı, elektrikli makasın başına
koyarsanız, tüm demiryolu personeline
güvenlik kültürünü, sık sık seminerlerle, vermeye çalışmanızın, kazaları
önlemede bir yararı olmayacağı açıktır. Ya da elektrikli demiryolu
makasını çalıştıran aletlerin bakımları uzun süre yapılmamış, bunların kullanım
süreleri dolmuş ve zaman zaman çalışmıyorlarsa, personele güvenlik kültürü
bilgileri vermeniz bir işe yaramayacak ve kazalar olacaktır.
Güvenlik kültürünün uygulanmasındaki sorunlar
neler?
Çeşitli güvenlik sistemleri bulunan bir Nükleer Güç Santralinda (NGS)
Güvenlik Kültürünün, 200 kişiyi geçen çeşitli eğitim ve deneyim düzeyindeki
personele aktarılmasının ise pek kolay olmayacağı da açık (Nükleer santrallerde
yakıt elemanlarının değiştirildiği, bakım ve onarım çalışmalarının, her yıl
yapıldığı 1-2 aylık sürede ise personel
sayısı 1000 kişiyi geçmektedir). Yüksek radyasyon altında çok yüksek doz
almamak için kısa sürelerle sık sık değiştirilen personelden öncelikle
beklenen, ilgili güvenlik önlemlerini alarak, bakım ve onarım çalışmalarını,
planlandığı gibi iyi ve çabuk yapmalarıdır. Bununla ilgili olarak kendilerine
radyasyon fizikçileri yardımcı olmakta, çalışma süresince alınan radyasyon
dozları sürekli ölçülmekte gerektiğinde çalışma durdurulmaktadır Bu gibi
çalışmaların verimi, çok kez, deneyimli personelin, önceden modellerde ekzersiz
yapmasıyla artırılıyor ve çok daha az doz alınıyor. Reaktörün normal
işletilmesi sırasında ise reaktör binasına ve radyasyonu yüksek diğer bölümlere
girilmesi yasaklanmış olduğundan ve sistemler otomatik çalıştığından santralin
güvenliğiyle ilgili (anormal durumlar dışında), bir sorun beklenmiyor. Radyoaktif
maddelerden korunmak için plastik tulumlar içinde reaktör binasında 60 dereceye
varan sıcaklıkta, zor koşullarda çalışan personelden güvenlik kültürüyle lgili
kuralların aynen yerine getirilmesini beklemek her zaman gerçekçi olmayabilir
ya da bunlardan bu nedenle bazı sapmalar olabilir.
TMI, Çernobil ve Fukuşima Nükleer
Santral kazalarında Güvenlik Kültürü işe yarar mıydı?
Bunu değerlendirebilmek için bu kazalara nelerin yol açtığını, kazaların
nasıl olduğunu FMO Teknik Raporu’muzdan aşağıda aktararak ilgilenenlere bilgi
verelim /1/:
Geçmişte dünyada üç büyük
nükleer santral kazası olmuştur. İlki, 1979 yılında ABD’de Harrisburg kentinde
Three Mile Island (TMI)’daki iki reaktörden birinde olmuş ve yakıt
elemanlarının bir bölümü susuz kalarak radyoaktif maddeler, ergiyen yakıt
elemanlarından sızmıştır. Reaktör
binasını çevreleyen çelik ve beton silindir (reaktör güvenlik kabı) radyoaktif
maddelerin bina dışına yayılmasını önlemiş, böylelikle bu kazanın çevre halkına
ve çevreye bir radyasyon etkisi olmamıştır.
İkinci büyük kaza 1986 yılında
Ukrayna’da Çernobil NGS’nda olmuş, santralda reaktör binasını çevreleyen
güvenlik kabı olmadığından, kazada çatısı uçan reaktör binasından dışarı
saçılan radyoaktif maddeler, hava akımlarıyla Türkiye dahil olmak üzere,
uzaklardaki bir çok ülkeye taşınarak, yağışlarla toprağa inmiştir. Radyoaktif maddeler,
bitkiler ve hayvanlar yoluyla insan vücuduna, az ya da çok ulaşarak insanları
etkilemiştir. Personel, kontrol çubuklarını sadece yukarı
çekmekle kalmamış, aynı zamanda reaktöre su basan pompaları da durdurarak
reaktörün aşırı ısınmasına, yüksek sıcaklık ve basınç altında reaktör kazanının
patlamasına yol açmıştır. Bu büyük personel hatasıyla
ortaya çıkan Çernobil kazası, batıdaki o zamanki teknikle yapılmış olan nükleer
santrallerde dahi ortaya çıkmazdı, çünkü Çernobil tasarımlı bir NGS, daha proje
döneminde ‚yapım için onay‘ alamadan geri çevrilirdi. Batı‘daki NGS’ndaki
otomatik sistemler, nötron akısını soğuran ve reaktörün kritik üstüne çıkmasını
önleyen kontrol çubuklarını otomatikman kilitleyerek, personelin bunları yukarı
çekmesini, engellerdi. Çernobil’de o
zamanki Sovyetler Birliği yönetimi kazayı saklamış ve kaza ancak 2 gün sonra
Finlandiya’daki radyasyon ölçüm aletlerinin yüksek değerler göstermesiyle
ortaya çıkarılabilmiştir ve bu nedenle Çernobil çevresinde yaşayanlar
radyasyondan etkilenmişlerdir. Özellikle radyoaktif iyotun, çevrede yaşayan
çocuklarda tiroit kanserine yol açtığı sonradan ortaya çıkmıştır /5/.
Üçüncü büyük kaza 2011 yılında
Japonya’da Fukuşima’da olmuş, büyük depremde elektrik hatları kopmuş ve Tsunami
sonucu sular altında kalan dizel jeneratörleri de çalışmayınca, reaktörleri
soğutması gereken su basılamamış, yakıt elemanlarının bir bölümü ergiyerek
radyoaktif maddeler santral içine ve dışına ulaşmış ve 20 km’lik çevreye
yayılmıştır. Çernobil’deki durumun aksine, Fukuşima’da çevre hemen boşaltılarak
halkın, radyoaktif maddelerle bulaşan sular ve
besinler yoluyla radyasyondan olumsuz etkilenmesi önlenmiştir. Sürekli yapılan
ölçüm ve bilimsel değerlendirmeler Fukuşima’daki kazanın etkilerinin,
santraldan 20 km’den daha uzakta yaşayanlarda çok az olduğunu kazadan sonraki
3. yılda göstermiştir (20 km’lik bölge
içindedeki halk boşaltıldığından, burada sadece kontrol altında çalışanlara
/işçilere sınırlı bir radyasyon etkisi olmuştur).
Fukuşima NGS 1970 /1971 yıllarının General
Electric tasarım ve teknolojisiyle yapılmıştır. Her ne kadar bu santrallerde
zaman zaman yenilemeler yapılmış ise de, 40 yıl öncesinin proje tasarımında,
ivedisoğutma su devrelerini çalıştıran dizelli elektrik jeneratörlerinin zemin
altındaki konumları değiştirilmemiştir. Halbuki bunlar, üst katlara
konuşlandırılsaydı, suların altında kalmayacak ve çalışacaklardı. Böylelikle
reaktörlere ve kullanılmış yakıt elemanları havuzuna su basılacak, nükleer
yakıt elemanları ergimeyecek (erimeyecek) ve kazalar ortaya çıkmayacaktı.
Bilindiği gibi deprem sonucu otomatikman durdurulan santrallerin gerekli
elektriği dışarıdan sağlayıp pompaların reaktörlere soğutma suyu basması
gerekirken, Fukuşima çevresinde depremden kopan elektrik hatları nedeniyle,
santrallere elektrik sağlanamayınca dizelle çalışan ivedi elektrik
üreteçlerinin devreye girmesi gerekiyordu. Kazadan sonraki yıl, Japonya’daki
tüm nükleer santrallerdeki dizel üreteçleri üst katlara yerleştirildi.
Tüm endüstri dallarında olduğu gibi
nükleer santrallerde da, geçen yarım yüz yıllık uzun sürede çok çeşitli kazalar
olmuştur. İlgili kazalar, önem durumlarına göre sınıflandırılarak yetkili
kurumlara bildiriliyor. Örneğin: Almanya’daki nükleer santrallerde da son 40
yılda, denetleyici kurumlara bildirilmesi zorunlu olan bir dizi küçük kaza
olmuş olmasına rağmen çeşitli bağımsız laboratuvarlarca yapılan ölçümlerde ,
gerek santrallerde gerekse çevrelerinde, radyoaktivite ve radyasyon doz
düzeyinin ilgili sınır değerlerinin çok altında kaldığı saptanmış, kısacası
çevre ve orada yaşayanlar bunlardan, doğal radyasyon düzeyiyle
karşılaştırıldığında etkilenmemişlerdir denebilir (Almanya’daki ölçümlerle
ilgili olarak /1/ deki Şekil 2 - 6’ya bakılabilir).
Ülkemizde kurulacak nükleer santraller
bugünkü geliştirilmiş teknolojiye göre yapılacağından Çernobil ve Fukuşima’da,
yukarıda kısaca açıkladığımız kazaların benzerinin olması, normal olarak,
beklenmemeli. Her konuda olduğu gibi nükleer santrallerde de kaza riski sıfır
ya da yok denemiyor. Ancak alınacak önlemlerle risk sıfıra yaklaştırılabilir. Deprem riski başta olmak üzere, nükleer
santral proje ve yapımında, ilgili uluslararası standartlara uyulması,
yapım süresince santralin nükleer ve
radyasyon güvenliğiyle ilgili tüm önemli sistem ve aygıtların kalite kontrollarının
deneyimli uzmanlarca yapılması, santral personelinin önceden çok iyi
yetiştirilmesi sağlanabilirse, ülkemizdeki santrallerin de güvenliği en üst
derecede olacağından büyük kaza olasılığı da son derece az olacaktır.
Deprem bölgesi olan Japonya’daki 55 adet
NGS bugüne kadar önemli bir hasar görmemiştir ve ülkemizdeki santrallerin de
depreme aynı şekilde dayanıklı yapılması sağlandığında kaza riski çok
azalacaktır. Bilindiği gibi Fukuşima’da santraller deprem nedeniyle hasar
görmemiş, deprem sonrası oluşan Tsunami’nin binaların alt katlarını su basması
ve dizel jeneratörlerin su altında kalması sonucu, reaktörlere ve yakıt
elemanları bekletme havuzuna su basılamadığından kazalar ortaya çıkmıştır.
NGS’de personele güvenlik kültürünün
verilmesinde sorunlar?
Herşeyden önce santral yönetimine bağlı olan teknik
bölümlerdeki personelin çok iyi yetişmiş ve deneyimli kişiler olmaları beklenir.
Bu nasıl sağlanabilir? Akkuyu personelinin Rusya’da benzer santrallerde eğitileceği,
deneyim kazanacağı medyada zaman zaman yer alıyor. Kuşkusuz grup
yöneticilerinin Rusya’dan gelecek uzmanlar olacağı ve bunların yanında çok
sayıda yerli personelin çalışacağı düşünülebilir. Ancak bunlar arasındaki dil
farklılığının bile güvenlik kültürünün sağlanmasında, hele çabuk karar
verilmesi gereken arıza ve kaza durumlarında sorun yaratacağı açıktır ve ona
göre şimdiden bir plan, program yapılması yararlı olacaktır.
Sonuç
Yukarıdaki açıklamalardan görüldüğü gibi geçmişteki kazaları tetikleyen
unsurlar, Çernobil’de ehliyetsiz küçük bir grup, Fukuşima’da ise zemin
altındaki ivedi elektrik üreteçlerini yıllardır önerildiği halde üst katlara
aktartmayan santral yönetimi olmuş ve üreteçlerin de Tsünami suları altında
kalması ve depremde yıkılan elektrik direkleri sonucu santralin elektriksiz
kalmasıyla reaktör yakıt elemanlarının soğutulamamasıdır (Şekil). Fukuşima’da
radyoaktivitenin çevreye yayılmasının nedeni de, 70’li yıllarda ABD Atom
Enerjisi kurumunun teknik raporunu gözardı ederek dayanıksız reaktör binası
çelik kılıfını (Contaınment) kuran şirket ve bunu onaylayan bilirkişilerle, yetkili
kurumdur.
Bu örneklerden görüldüğü gibi, bu santrallerin daha yapımında güvenlikle
ilgili uluslararası standartlar ve kalifiye personel gereği gözardı edilmiştir.
Kazalar, küçük bir personel grubunun ve yönetimin hataları da, teknik
eksikliklere eklenince ortaya çıkmıştır.
Ayrıntılar için bkz:
·
/2/
www.fmo.org.tr/wp-content/uploads/2016/01/Çernobil-30-YIL-ATAKAN-FMO1.pdf
·
/4/ Radyasyon ve
Sağlığımız, y.atakan, Nobel yayınları, 2014
·
/5/https://static1.squarespace.com/static/53b78765e4b0949940758017/t/5876f6cf197aea0e713442df/1484191/Achieving+a+safe+culture-James+Reason.pdf
·
/6/ Toryum
Ender Topraklar Platformu, 18 Aralık 2018, Prof.Dr. Şarman Gençay’ın yazısı
(x) Bu yazı HBT dergisi portalında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder