Elektrik Mühendisleri Odası'(EMO)nın 318 sayfalık bu
raporunda (http://www.emo.org.tr/ekler/ec9abf11f8841ad_ek.pdf) dünyadaki
nükleer enerjinin bugünkü durumu, elektrik enerjisine katkısı, ülkelere göre
ayrıntılı olarak, ancak, ne yazık ki, taraflı açıklamalarla, aktarılıp Türkiye'de
ön görülen nükleer santrallarla ilgili de bir dizi değerlendirmeler yapılıyor.
EMO gibi teknolojinin içinde olması gereken bir kuruluşun, nükleer karşıtı
diğer kuruluşlar gibi, taraflı açıklamalar yapmadan da, gerçekleri ya da durumu
olduğu gibi / objektif olarak ortaya koyması beklenirdi. Böylelikle epey emek
verildiği görülen ve bir çok bilgileri derleyen bu rapor taraflı
değerlendirmelerle değerini yitirmemiş olurdu. Nükleer santrallarla ilgili
bilim ve teknolojinin ulaştığı bugünkü düzeyi yansıtan objektif
değerlendirmeler yapılması 'nükleer enerji yanlısı' olmak hiç değildir. Ancak bilm
ve teknoloji ' ön yargısız'kılavuzumuz olduğunda, gerçek durum ortaya konabilir
ve eski ve modern nükleer santralların kaliteleri, radyasyon güvenlikleri,
nükleer kaza riskleri ve atık sorunları gözler önüne açıkça serilebilir ve
Türkiye için de işe yarar somut sonuçlar çıkarılabilirdi. Bu konuda Fizik Müh.
Odası için hazırlamış olduğum teknik rapora bkz /1/.
EMO raporunu yazanların adlarının raporda bulunmaması,
nükleer enerji konusunda deneyimlerinin raporda yer almaması bir eksikliktir ve
nükleer uzmanların katkılarının olup olmadığı ise bilinmiyor.
Hiç değilse bu konulardaki son gelişmelerle ilgili
referanslar ve bu arada bendenizin son 10-15 yıldır popüler bilim dergilerinde
yayınlanmakta olan 100'ü aşan yazı, kitap ve teknik raporlar gözden geçirilip
olumlu, olumsuz değerlendirilebilir raporun referansında verilebilirdi. Neredeyse
her yıl İstanbul, Ankara ve İzmir'de yapmakta olduğum bu konularla ilgili
seminerler, tüm Müh. Odalarına çok kez FMO'ca duyurulmuş olmasına rağmen, bu
seminerlere EMO'dan tek kişinin katılmaması bu çeşit bir rapor yazılacaksa bir
eksiklik değil midir?
Rapordan aşağıda kopyaladığımız bazı alıntılardan
görüleceği gibi raporun, daha başlangıçtaki 'Sunum'unda vurgulanan ön yargıyla,
bir literatür çalışması yapılarak, hazırlandığı görülüyor.
EMO, bizce, derinlemesine bilgi ve deneyimleri olmayan
nükleer karşıtlar safında yer alarak bu konulardan habersiz insanları kendi
saflarına çekmek yerine (ki bu en alttaki diğer yazımızda ayrıntılarıyla
açıkladığımız gibi, milyonlarca insan içinde denizde bir damladır) işin özüyle ilgili teknolojik gerekçelerini bu
konulardaki uzmanlara danışarak açıklamalı ve objektif değerlendirmeler yapmalıydı.
Örneğin, nükleer karşıtların konuya yabancı olduklarından kendi yayınlarına koydukları
'atom bombası patlamasıyla ortaya çıkan mantar resmi'nin EMO Raporuna, 148.sayfada
aktarılması bile bu raporu yazanların, 'nükleer santralın' hiç bir zaman bir
atom bombası gibi patlamayacağını acaba bilmemelerinden mi kaynaklanıyor? Bilim
ve teknolojiye ters örnek ve gerekçelerle halkın yanlış bilgilendirilmesi doğru
olabilir mi? Bu nedenle EMO'nun, nükleer
karşıtlarla aralarına kalın bir çizgi koyması kuruluşuna da uygun olur sanırız.
Bugün özellikle ABD'deki teknoloji ve bilimsel
araştırmalar, kaza riskini çok azaltan reaktörleri gelecek için ön görmektedir. Örneğin küçük Bulgaristan'ın bile ısmarlamayı
düşündüğu modern Westinghouse A1000 reaktöründe, reaktör binasının çatısındaki su deposundan
kendiliğinden, (elektrik gerektirmeden) akan suyla, büyük bir nükleer kazada,
reaktör 3 gün boyunca soğutulabiliyor ve Fukuşima'daki gibi bir kazaya yol
açılmıyor. Bu çeşit modern bir nükleer santral ise Türkiye'de ön görülmüyor.
Öte yandan ABD'de yapılan bilimsel araştırmalarla
ABD'deki tüm nükleer santralların yüksek radyoaktiviteli atıkların 5000 metre
derinlikteki 700 kuyuda, çevreyle etkilenmeden, saklanabileceği bilimsel
verilerle açıklanıyor/3/.
Diğer yazılarımızda vurguladığımız gibi, eğer ileride
Türkiye'de nükleer santrallar devreye girecekse, ki bunları önlemek hatta başka
bir parti bile iktidara gelse olası görünmüyor, bunlar daha kaliteli modern
nükleer santrallar olmalı ve bunlardaki her sistemin, aygıt ve aletlerin
(components) kalite kontrolları, ilgili bilirkişilerce proje, fabrikada yapım,
santralda yerleştirme ve işletme dönemlerinde testlerle uygunluğu
onaylanmalıdır.
İleride bir çok ülkede olduğu gibi gerek nüfus artımı,
gerese savurgan yaşam ve artan dış satım sonucu elektrik gereksinimi git gide
artacak ve istense de istenmese de nükleer enerji 'Elektrik Üretim Kaynakları
yelpazesindeki' yerini çok büyük bir olasılıkla artarak alacaktır. Bu nedenle bugün
nükleer santrallara kategorik olarak 'ön yargıyla' karşı çıkmanın büyük bir
olasılıkla beklenen sonuçları ise, ileride 3.sınıf nükleer santralların yapılıp
işletilmesi olacaktır. Buna ne yazık ki nükleer karşıtlar ile bilmsel ve
teknolojiyi ön plana çıkarması gereken EMO bugünden yol açmış olmayacaklar
mıdır?
Einstein'ın bilinen sözü hep geçerlidir: Atomları
parçalamak, ön yargıları parçalamaktan çok daha kolaydır!
EMO Yönetim Kurulu, yukardaki ve eklerdeki
yazılarımızı tarafsız olarak değerlendirmeli, Nükleer Enerji konusuda yanlı
olmak yerine, kuruluşunun gereği olarak düşündüğümüz, bilim ve teknolojideki 'objektifliği'
seçmekle ilgili yeni bir durum değerlendirmesi yapabilir, umarım. Böylelikle büyük halk kitlelerinin,
ileride 3.sınıf nükleer santralların büyük riskleriyle, radyoaktif madde
kirlenmeleriyle yaşamak zorunda bırakılmamasına katkıda bulunabilir.
Bu konularla ilgili yayınlar için bkz. (Mesleki
yaşamım /1/ ve /2/ nolu yayınların sonundadır).
/1/.
Ülkemizde kurulacak nükleer santrallarla ilgili radyasyon güvenliği (FMO Teknik
Raporu, Y.Atakan, 50 sayfa, www.fmo.org.tr)
/3/ Elektrik
üretiminde nükleer enerji ve yenilenebilir enerjilerde gerçek durum nedir?
Y.Atakan, http://www.fmo.org.tr/populer-bilim-yazilari/
..................................
ELEKTRİK MÜH.ODASININ 2016 NÜKLEER
ENERJİ RAPORUNDAN BAZI 'TARAFLI' ALINTILAR
Sunuş
.....
EMO, 1970’lerden bu yana nükleer santrallarla ilgili çok sayıda etkinlik yapmış
ve raporlar hazırlamıştır. Bu raporlar da
hem kamuoyu ile hem de ilgililerle
paylaşılmıştır. Fukuşima Felaketi gibi yakın
dönemde yaşadığımız nükleer
facialara rağmen siyasal iktidarın nükleer santral sevdası devam etmektedir.
Bugüne kadar tam olarak engel olunamasa da EMO ve nükleer santral kar-
şıtları süreci geciktirmeyi başarmışlardır.
Nükleer santrallarla ilgili yaratılan
kandırmacayı kırabilmek için bilimsel ve
dünyadaki gelişmeleri de yansıtan
çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. EMO’nun çalışması bu anlamda önemli bir
kazanım sağlayacaktır. Daha da önemlisi bu çalışmaların kamunun yararını
düşünecek iktidarlar tarafından dikkate alınmasıdır. Bunun için de kuvvetli bir
kamuoyu desteğine ihtiyacımız olduğu bilincindeyiz.
Dolayısıyla kapsamlı olarak hazırlanan ve
300 sayfayı aşan bu çalışmamız
ile kamuoyunu bilgilendirmek ve bir kez daha yetkililerin de dikkatini çekmek
Sayfa 22
IAEA reaktör tariinde kapatılmış ancak henüz daha resmen bir daha
işletmeye alınmayacağı açıklanmamış olan santralları, “uzun dönemli
durdurulmuş reaktörler” olarak tanımlamaktadır.
Şekil 2’de görüldüğü
gibi bir zamanlar 300 milyar KWH’in
üzerinde nükleer santrallardan
elektrik üreten Japonya 2013 ve 2014 yıllarında nükleer santrallardan
hiç elektrik üretmemiştir. 2011 yılındaki
Fukuşima’da yaşanan fela-
ketten sonra Japonya’da nükleer santrallardan
elektrik üretimine son
verilmiştir ve bu durum halen devam etmektedir. Mahkeme tarafından
2015’in sonlarına doğru bir santralın üretime başlamasına izin verilmiş
ancak bu santralda tam kapasiteye
çıkamadığı için üretimini normal
olarak gerçekleştirememiştir.
Yukarıdaki açıklama güncel değil:
Fukuşima'yla ilgili aşağıda en sondaki yazıma bkz.:
Sayfa 124:
MOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI
Tablo 13 ve 14 incelendiğinde tahminlerdeki sapmaların ne denli fazla
olduğu açıkça görülmektedir. Yani 2002
yılında hazırlanan raporda,
2013 yılı %41,6 yanılgı ile tahmin edilmiş ve yatırım kararları alınmıştır.
Özetle; talep şişirilmiş, özel yatırımcılar enerji santralı yatırımlarına teş-
vik edilmiş, talebin çok artacağı, mevcut yatırımların talebi karşılamaya
yetmeyeceği propagandası ile devlet tarafından da bir takım yatırımla-
rın yapılması gerektiği konusunda kamuoyu yaratılmıştır. 1970’li yılla-
rın başlarından beri gündeme gelen nükleer santrallar yeniden masaya
yatırılmış ve büyük, güçlü Türkiye süslemeleri de ilave edilerek Akkuyu
ve Sinop Nükleer Enerji Santrallarının
yapılmasına karar verilmiş. İl-
gili yasalar TBMM’den geçirilerek bu santralların yapılması için somut
adımlar atılmaya başlanmıştır.
Sayfa 129
Nükleer santralların yenilenebilir enerji
kaynaklarının önü-
ne bir engel olarak konulmuştur. Yani yapımı nispeten kolay
olan ve kurulumu kısa sürede gerçekleşen yenilenebilir kay-
nak yatırımları engellenerek nükleer santrallardan üretilecek
enerjiye yer açılmaktadır
Sayfa 147 Nükleer karşıtı platformun plakartında Atom
bombası patlaması arka planda gösterilerek
nükleer santrallar ile karşılaştırılması EMO gibi işin teknolojisini bilmesi
gereken bir kuruma yakışıp yakışmadığına EMO yetkilileri karar verebilirler.
Devam:
klaşa kuracağı bir Nükleer Santral kurma projesine izin vermek iste-
mektedir. Japonya ise 1945’den ders almamış gibi bizim ülkemizde Nükleer
santral kurmak istemektedir. Bunca yaşanmış acılara rağmen halen ülkemizin
iki güzel beldesinde Sinop/ İnceburun ve
Mersin/ Akkuyu’da nükleer santral
planlama sevdasında olan siyasi iktidara Sinop’tan sesleniyoruz. Ne Sinop’ta
Ne Akkuyu’da nede Türkiye’nin bir başka yerinde Nükleer Santral yapılması-
na izin vermeyeceğiz.
Nükleer silahlanmanın önlenmesi için halen elinde nükleer silah
bulunduran
dünyanın egemen büyük güçlerinin öncelikli
sorumluluğu bulunmaktadır. Bu
ülkelerin “Bizde nükleer silah var. Bunu dünya kabul etsin. Başka ülkeler nük-
leer silah yapmasın” tavrından uzaklaşarak, “Biz de dahil kimse nükleer silah
yapmasın ve var olan silahlar imha edilsin” anlayışıyla hareket etmeleri,
nükle-
er silahlanma yarışının durdurulması için önemli ve gerekli bir adım olacaktır.
Uluslararası düzlemde nükleer silahlanmaya son verilmesi için ivedilikle hare-
kete geçilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de İncirlik Üssü’nde bulundurulan nükleer silahlar da bir an önce sö-
külmeli, nükleer enerji üretimi görüntüsü altında nükleer silahlanma sevdasın-
dan vazgeçilmelidir.
|
|
|
|
|
|
|
Not: 09 Mart 2016 günü
Fizik Müh.Odası (FMO) sitesinde yayımlanan yazım aşağıdaki bağlantıda
bulunuyor (Benzer bilgiler EMO raporunda bulunmuyor)
Nükleer santral
kazasından 5 yıl sonra bugün
Fukuşima’da Durum,
Yeni Nükleer
Santrallar için Alınacak Dersler
Yuksel Atakan, Dr.Radyasyon Fizikçisi <ybatakan@gmail.com>
Kaza nasıl ve neden
oldu? Etkileri neler? Daha 1970'lerde ABD Atom Enerjisi Kurumu uzmanlarının:
- 'bu tip General Electric santralların, binanın koruyucu kabının
(containment) kazaya dayanamaz ' çatlar, patlar' raporuna neden aldıran
olmadı?! Bu ve daha başka konularda bilgi edinmek ve resimlere bakmak
isterseniz Fizik Müh. Odası sitesinde yayımlanan yazımın aşağıdaki
bağlantısını tıklayınız. Vakti az olanlar isterlerse aşağıdaki girişi ve
devamını okuyabilirler:
GİRİŞ
Japon hükümeti , ülkedeki toplam 54 nükleer reaktörden, o gün çalışan, 43
reaktörü 11 Mart 2011 kazasından sonra durdurmuştur. Bugün Japonya’da sadece güneydeki Sendai’de 2 reaktör tekrar
çalıştırılıyor. 23 reaktörün işletilmesi için yetkili kurumlara başvurulmuş
olup bunlar için ilgili denetim ve yargı yolları aşılmaya çalışılıyor. Kazdan önceki 54 reaktör ülkenin %30 elektrik gereksinimini karşılıyordu. İşletmeden çıkarılanlar sonucu ileride 43 reaktörün Japonya’da
çalışması bekleniyor. Bunların tekrar işletmeye açılmaması için Japonya’da nükleer karşıtlar git gide destek buluyorlar.
Japonya’ da bugün
yeni bir nükleer santralın yapımı ise sürüyor. Ancak artırılmış güvenlik
önlemlerinin yerine getirilebilmesi için yapımı gecikiyor.
JAPONYA’da 11 Mart 2011’deki
ÜÇLÜ KARAYIKIM (FELAKET)
1.Büyük deprem (9
büyüklüğünde ilk kez)
2.Tsunami ve
3.Fukuşima Nükleer
Santral Kazası
Deprem anında
çalışan 1,2 ve 3 nolu reaktörler otomatikman durduruldu. Ancak nükleer yakıt elemanlarındaki bölünme ürünleri (radyoaktif
maddeler) saldıkları ışınlarla ortamı ısıtmaya devam ettiklerinden, daha
yıllarca soğutulmaları gerekiyordu.
Ancak santralda
elektrikler kesilmişti (Yüksek Gerilim Hatları kopmuş, dizelli ivedi elektrik
üreteçlerini tsunami suları basıp işlemez duruma getirmişti)
SANTRALLARIN
GEÇMİŞİNE BAKIŞ:
1970’li
yılların, General Electric yapımı, Fukuşima nükleer santralları zaten
başlangıçtan beri sorunluydu! Reaktörleri TEPCO şirketi işletiyordu. Rekatörlerin
tümü kaynamalı sulu cinsten reaktörlerdi. ilk 4’ü 760 MWe (elektriksel)
güçteydi. Son 2 reaktör 1067 ve 1325 MWe gücündeydiler.
FUKUŞİMA REAKTÖRLERİNİN KORUYUCU KABININ
/KILIFININ (CONTAINMENT) BIR REAKTOR KAZASINDA ORTAYA ÇIKACAK YÜKSEK BASINCA
DAYANAMAYACAĞINI DAHA 1970’de ABD ATOM ENERJİSİ KURUMU AÇIKLAMIŞ OLMASINA VE
BUNUN YASAKLANMASI GEREKTİĞİNİ BELİRTMİŞ OLMASINA RAĞMEN, BASINÇ DÜŞÜRME
SİSTEMİ YAPILMADAN REAKTÖRLER İŞLETMEYE AÇILDI KİLER KATINDAKİ DİZELLİ
İVEDİ ELEKTRİK ÜRETEÇLERİNİN DE SULAR ALTINDA KALABİLECEĞİ UZMANLARCA
VURGULANDI AMA YERLERİ DEĞİŞTİRİLMEDİ.
2002 YILINDA TEPCO ELEMANLARI 16 YIL
BOYUNCA TEKNİK RAPORLARI DEĞİŞTİREREK BOZUKLUKLARI VE KAZALARI GİZLEDİKLERİ,
DÜZMECE RAPORLAR HAZIRLADIKLARI ORTAYA ÇIKINCA SANTRALLAR DURDURULDU AMA 2003
YILINDA BAZI İYİLEŞTİRMELERDEN SONRA TEKRAR AÇILDI
KAZADAN 10
GÜN ÖNCE İSE ÇEŞİTLİ ALETLERİN, POMPALARIN
DİZELLİ ÜRETEÇLERİN 11 YILDIR BAKIMLARININ TAM YAPILMADIĞI AÇIKLANMIŞTI AMA
ALDIRAN OLMADI.
KISACASI : KAZA GELİYORUM DİYORDU
|
........................
Radyasyon ve
Sağlığımız kitabından bir alıntı:
Nükleer karşıtların,
muhalefetin ve halkın konuya yaklaşımı yönünden durumun
incelenmesi
Yuksel
Atakan, Dr.Radyasyon Fizikçisi <ybatakan@gmail.com>
Türkiye’deki nükleer
karşıtlar, Nükleer Karşıtlar Platformu (NKP) adıyla çeşitli aktivitelerde bulunuyorlar. Bu
platformu destekleyen sayıları 100’e varan dernek, mühendislik odaları ve sivil
toplum kuruluşları var (2006’daki sayı 92 ) /5/. NKP’nin zaman zaman nükleer
santrallara karşı toplantılar, sempozyumlar, gösteriler yaptığını kendi
yayınlarından ve medyadan öğreniyoruz. Medya haberlerinden görebildiğimiz
kadarıyla, toplantıları, daha çok kendi katılımcılarıyla ve ilgi duyan az
sayıda kişilerle yapılıyor. Gösterilerinde kuşkusuz daha çok kişi bulunuyor ve
imza kampanyalarıyla 10 bin kişinin desteğini de sağladıklarını açıklıyorlar.
Ancak tüm bu çalışmaları, uğraşları, nükleer enerjiye karşı görünen gazetelerde
bile manşete çıkamıyor, orta ya da son sayfalarda resimli haberler olarak
yayımlanıyor. Çok izlenen TV programlarında da nükleer karşıtların aktiviteleri
pek yer bulamıyor.
Muhalefet partilerinin
gündeminde ise nükleer enerjiye pek rastlanmıyor. Sadece, Akkuyu sözleşmesi
TBMM’de yasalaştıktan sonra, CHP’nin
Anayasa Mahkemesine başvurduğunu, yasanın iptalini istediğini ve Anayasa
Mahkemesinin de bunu 31 Mayıs 2012 günü reddettiğini medyadan öğreniyoruz.
Halkın büyük çoğunluğunun
gazete bile okumadığı, gazetlerin trajlarının bu nedenle batı dünyasına oranla
çok aşağılarda kaldığı bilinirken, diğer teknik konularda olduğu gibi, nükleer
enerji konusunda da halkın büyük bir bölümününden kitlesel bir katkı beklenemez
ki zaten bugüne kadar bu, gerçekleşmedi.
Almanya’daki durumla
karşılaştırma
Almanya’da ortalama
öğrenim ve yaşam düzeyi yüksek olan halk, sivil toplum örgütlerinin öncülüğünde
son 30 yıldır nükleer santrallara karşı çok çeşitli ve büyük katılımlarla
toplantılar, gösteriler yaptı. Son 20 yıldır,
yeşiller partisi ‘Atom Enerjisine Hayır’ kampanyalarıyla, ülke çapında yüzbinlerin katılımıyla halk,
örneğin el ele tutuşarak 100 km’yi aşan kuyruklar oluşturdu. TV’de açık
oturumlarla, söyleşilerle nükleer enerji konusunda halk bilgilendirildi. Nükleer
enerji karşıtları, diğer partilerde ve
sivil kuruluş örgütlerinde çığ gibi büyüdü ve sonunda Mart 2011’ deki Fukuşima
reaktörlerindeki patlamaların TV’lerdeki görüntüleri nükleer enerjiye karşı
görüşleri taçlandırdı. Büyük oy kaybedeceğini anlayan fizik doktoralı Merkel –
nükleer enerji konusunda yanılmışım! diyerek 180 derece dönüşle nükleer
enerjiden çıkılacağını kazadan sonra halka duyurdu. Aslında Almanya’daki
nükleer santrallar dünyanın en güvenli santrallarıydı, nükleer santralların
çalıştırıldığı son 40 yıldır çevreyi,
insanları etkileyen önemli bir kaza da Almanya’da olmamıştı. Fukuşima’daki gibi bir Tsunami de
beklenmiyordu ve reaktörlerin dizelle çalışan ivedi soğutma sistemleri çok daha
farklı projelendirilip uygun yerlere yerleştirilmişlerdi. Fukuşima kazası
olmasaydı Almanya’daki nükleer santralların işletme süreleri daha da
uzatılacaktı. Kısacası Almanya’da nükleer enerjiye karşı olanların sayısının
çığ gibi büyümesi sonucu, nükleer santralların durdurulmasını, oy
kaybedeceklerini açıkça gören partiler ve politikacılar kabul etmek zorunda
kalmışlardır. Benzer bir durum ise
Türkiye’de yoktur.
Sonuç ve öneriler
Türkiye’de nükleer
santrallara karşı, Almanya’daki yeşiller partisi gibi zaman zaman % 15 oy
potansiyelini aşan bir parti Türkiye’de bulunmuyor. Almanya’daki durumun aksine,
Türkiye’de nükleer santrallara karşı tabandan gelen ve büyük halk kitlelerini
harekete geçiren bir direniş olmadığı gibi böyle bir direniş tavanda da,
özellikle muhalefet partilerinde, sivil toplum kuruluşlarında da yok.
Arada sırada nükleer karşıtların sınırlı etkinlikleriyle,
nükleer santral yapımını Türkiye’de durdurmayı ummak, bu nedenlerle, gerçekçi
değildir.
Bu durumda, tüm sivil
kuruluş örgütlerine, muhalefet partilerine önerimiz, Anayasa Mahkemesinin de
uygun gördüğü yasayla, yapımı artık kesinleşen ve yapımına başlanan Akkuyu
nükleer santralını durdurmakla ilgili bizce boşa harcanacak çaba yerine, artık
çevreyi ve halkı koruyucu yönde çaba gösterilerek güvenliği en üst düzeydeki
bir nükleer santral yapımına katkıda bulunulmalı, güvenli sistemlerin
kurulmasının ve kalite kontrollarının yapılmasının /6/ kamuoyuna ve yetkililere
sürekli duyurulmasıdır, vakit daha çok geçmeden. Kalitesi düşük ve kazalara yol açabilecek bir
nükleer santral yapılıp işletildiğinde, bundan ileride zarar görecek olanlar,
ummak istemediğimiz kazanın büyüklüğüne göre, ülkenin büyük bir bölümünde
yaşayan insanlarımız ve doğamız olacaktır. Bu nedenle yapımına başlanan Akkuyu
nükleer santralının güvenliğinin en üst düzeyde olabilmesi için muhalefet
partilerinin ve sivil toplum kuruluşlarının katkıda bulunmaları çok önemlidir.
Başta denetleyici organ olan Türkiye Atom Enerjisi kurumunun, Enerji ve Çevre
bakanlıklarının bu konuda gereken duyarlığı göstereceğini umarız.