Bu
yazının konusu atmosferin aşırı karbonsuzlaştırılmasının (deep decarbonization)
nasıl sağlanabileceği ile ilgilidir. Enerji üretim yöntemleri iklim değişikliği
nedeniyle sorgulanmaktadır. Bu değişimde
insan topluluğunun ürettiği, başta karbon dioksit olmak üzere sera gazlarının çok önemli katkısı olup,
değişime biz insanların sebep olduğu kanıtlanmıştır. Bilimsel sonuçlar çeşitli platfomlarda resmi
makamlarca da kabul görmüştür. Karbon
dioksit büyük oranda enerji üretiminde ve taşıma araçlarında kullanılan fosil yakıtlardan
üremektedir. Bu sorun insan varlığı ve
temiz doğa için yaşamsal önemde görülmektedir.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansları her yıl
yapılmaktadır. 21. Konferans 2015
yılında Paris’te yapılmış (COP21,
Conference of Parties 21) ve Paris Anlaşması ile sonlanmıştır.
Bu anlaşmaya göre asrın sonunda Atmosfer sıcaklığındaki
artış, endüstri devrimi öncesi sıcaklığa göre 1.5-2 C0 aralığında kalmalıdır. Sıcaklık artışı zaten 1C0 civarına
yaklaşmıştır. Dolayısı ile hedef
atmosferin “Aşırı Karbonsuzlaştırılmasıdır”.
Bu hedef dikkate alınmaz ve hiç birşey yapılmaz ise 2100 yıllarında sözü
edilen sıcaklık artışının 3.5-6 C0 aralığında gerçekleşeceği ve bu
durumun insan nesli için bir felakete dönüşebileceği şüphesi hakimdir. Özellikle, sıcaklık artışının “Tahıl
Üretimi”ni etkilemesi durumunda açlık sorununun nelere mal olabileceği ve nasıl
engellenebileceği çok önemli bir sorundur.
Bu satırları yazan kişi iklim bilimci değildir. Genel bilgileri yansıtmaktadır. Endüstri devrimi öncesi atmosfer sıcaklığı
olarak 1850 veya 1900 yılları civarı değerlerden bahsedilmektedir. Bu tarihlerde havadaki CO2 yoğunluğunun 275 ppm (particules per
million) olduğu ve 450 ppm’e yükselmesinin sıcakliği 2 C0 artıracağı bilinmektedir (şimdiki değeri 400-410
ppm civarındadır). Ancak, Paris’te bu
artışın 21. asrın sonuna kadar 1.5 -2 C0 arasında kalmasının
sağlanması gerektiğine karar verilmiş fakat sıcaklık artışı zaten 1C0
civarına yaklaşmıştır. Paris Anlaşması, taraftarlarına hedefin gerçekleştirilmesi
yönünde sorumluluklar yüklemektedir. IEA
(International Energy Agency, OECD) İklim değişikliğini engelleme çalışmalarını
izlemektedir. Sonuçlar tatminkar değildir. IEA sitesinde 27 Mayıs 2019 tarihli
haberde (Progress on energy technologies fails to keep pace with long-term
goals for clean energy transitions) bunu görmekteyiz. Seçilen hedef artık sera gazları üretmemizi adeta yasaklamaktadır.
Paris
Anlaşması hedefi ile ilgili çalışmalar arasında NEA (Nuclear Energy Agency,
OECD) tarafından yapılan çalışma önemlidir [1]. Söz konusu salınımı sınırlayan ve yüksek
oranda Nükleer ve Yenilenebilir enerji kaynaklarından üretim sağlayan karma
sistemler araştırılmıştır. Bugünler için
400grCO2/kWh civarında olan emisyon yoğunluğunun çağın sonunda adeta
sıfırlanması isteği vardır. ABD MIT’de
yapılan bir çalışmada [2] bu değer 10 ve 1grCO2/kWh alınarak nükleer
enerjinin geleceği incelenmiştir. Kaynak
[1] de ise, hedefe ulaşmak için öncelikle 2040 yılında salınımı 50grCO2/kWh
diğer bir deyişle şimdiki değerinin 1/8’ine indirilmesi öngörülmüştür. Bu durumda, nükleer enerji, hidroelektrik ve değişken yenilenebilir
enerjiler (rüzgar, güneş) üretimleri katlanarak artmalıdır (Variable Renewable
Energy, VRE). Değişken yenilenebilir
enerjiler bu yazıda kısaca VRE ile ifade edilecektir. Anlaşılacağı üzere, iklim
değişikliği ile mücadele, enerji teknolojileri yönünden çok ciddi ve uzun
vadeli bir planlamayı gerektirmektedir[1].
2. Karbonsuzlaştırma
Sera
gazları (CO2, Metan, Spray gazları v.s ), miktar olarak CO2
enfazla olduğundan onun eşdeğeri olarak ifade edilmektedir. 2017 yılı dünya enerji üretimi CO2 salınımı 33000 Mt/yıl (IEA Key World Energy Statistics
2019). Böyle bir ortamı kabonsuzlaştırmanın nekadar güç olacağını zaten bu sayı
yeterince ifade etmektedir. Özellikle
serbest enerji piyasasının bulunduğu ülkelerde (OECD ülkeleri, bakınız kaynak
[1]) bu dönüşüm büyük yatırım gerektirir ve yatırımcılar yönünden önemli sorunlar
yaratmaya adaydır. Eğer karbondioksit
yakalama, depolama veya yakalama depolama ve
kullanma (CCS, CCUS) yok veya yetersiz ise, kömür santrallarının tümünün
kapatılması ve doğalgaz santralları üretiminin iyice sınırlandırılması gündeme
gelecektir. 2040 yılı için CO2 depolama hedefi IEA tahminlerine göre
ancak 1500 Mt olabilecektir. Bu durumda enerji pazarının büyük
sıkıntısı, enerji üretiminin hızla karbonsuzlaştırılması gereği ve düşük karbon
teknolojisine yeterli yatırımın yapılmasıdır. Teknoloji değiştirmekte karmaşık
yapısal sorunlar mevcut olup, teknoloji
göreceli olarak pahalıdır. Sivri bir
örnek olacak, fakat zorluğu açıklayabilir diye düşünüyorum. Gücü 900MWe olan bir doğal gaz santralı
işletmesinin aynı güçte rüzgar santralı kurmak istediğini kabul edelim. Yüksek kapasite faktörü (%90) nedeniyle çalışmakta
olan santralın kurulu gücü 1000MW’dır.
Rüzgar santrallarında kapasite faktörü olarak %35 iyi bir değerdir. Bu durumda rüzgar enerjisi kurulu gücü 2570 MW
olmalıdır. Ayrıca, onlarca
kilometrekare arazi ve 2 MW gücünde 1300
adet rüzgar türbini gerekecektir. Rüzgar
kapasite faktörü %35 US EIA (Energy Information Administration) tarafından 20.04.2020 tarihinde yayınlanan 2018 yılına
ait değerdir. Güneş enerjisinden
elektrik üretimi (Solar PV) ve ısı enerjisi üretimi için de sırası ile %25 ve %21
değerleri verilmiştir (Kapasite faktörü; bir yılda santralın ürettiği
enerjinin, bir yılda kurulu gücünün üretebileceği maksimum değere oranıdır).
Diğer
yandan, karbon piyasası fosil yakıt kullanan enerji üreticilerine yeterli
güvence verememektedir. Karbon fiyatı
sağlıklı olmayıp güvenilirliği azdır. Ayrıca, VRE’ye, enerji piyasası dışından finansman
desteği, sistemin geri kalanına yapacağı etki yeterince incelenmeden,
sağlanmaktadır. İklim değişikliğinin neden olduğu
bu koşullarda, enerji üretiminde serbest piyasa sistemini korumanın zor olacağı
anlaşılmaktadır. Bu durumla baş
edebilmek için sürdürülebilir düşük karbonlu serbest elektrik piyasasının “Beş
ana sütun” üzerine yenilenerek yapılandırılması gerektiği sonucuna
ulaşılmıştır[1].
·
Birinci
sütun: Enerjinin etkin bir şekilde
dağıtımı (dispatch) için, üretimde değişken fiyata dayalı maliyeti esas alan
kısa-devreli piyasalar (marginal fiyatlandırma) sürekli çalışmalıdır.
·
İkinci
sütun: Karbon fiyatlandırılmalıdır.
·
Üçüncü
sütun: Yeterli üretim kapasitesini
sağlayacak bir alt yapı, sistemde esneklik sağlanması, ayrıca iletim ve dağıtım
alt yapısının da yeterli olması gereklidir.
·
Dördüncü sütun: Düşük karbon teknoloji yatırımlarının uzun
vadede desteklenmesi
·
Beşinci
sütun : VRE birim enerji fiyatının,
üretim sisteminin fiyatına, diğer bir deyişle sistem içi bir değişkene
dönüştürülmelidir (indigenous variable). İçselleştirilmesi de diyebiliriz
(internalization).
3. Nükleer Enerji Karbondioksit Gidermede
Önemli Bir Teknoloji
Nükleer enerji karşıtlarının iklim değişikliği ile
mücadelede geçiş planı; CO2 salınım hedeflerini, enerji depolama ve
fosil yakıt olarak da ucuz doğal gaz kaynağı kullanarak gerçekleştirmek şeklindedir.
Nükleer enerji karşıtlığının teknolojik bağnazlığa dönüştüğü [3] bu
ortamda Nükleer teknolojinin gelecekteki durumu ortaya konulmalıdır. Nükleer
Enerji karbondioksit üretmeyen ve kesintisiz güç sağlayan ana güç
santrallarıdır. Elbette, nükleer
çevrimin tümü dikkate alındığında karbon dioksit üremektedir. Ancak, büyüklüğü kömür santrallarının %12’si
kadar olup her enerji üreten teknoloji için benzer değerler söz konusudur. Özetle, nükleer santrallar ve VRE’ler (bu
yazıda ve kaynaklarında Solar PV ve rüzgar enerjisidir) CO2
üretmeyen teknolojiler olarak bilinirler.
Dünyanın nükleer yakıt envanteri ve sağlayacağı
olanaklar görmezden gelinemez. Uranyum,
Toryum madenleri ve silah yapmak için üretilen Plutonyumun enerji üretim
potansiyellerinin dünyanın bin yıllık enerji ihtiyacını karşılaması söz
konusudur. Dünyadaki su kaynaklarının
enerji kaynaklarından önce tükenebileceği söz konusu edilmekteyken “Nükleere
Hayır” doğru bir slogan değildir. Belki
de doğrusu, deniz suyundan arıtılmış su elde eden nükleer reaktör teknolojisi
hazırlığını sorgulayan bir slogan olabilir.
4. Sistem Birim Enerji Maliyeti
Enerji üretim teknolojilerinde birim enerji maliyeti genel olarak “Hizalandırılmış
Enerji Maliyeti (Levelized Cost Of
Energy, LCOE)” yöntemi ile hesaplanır.
Eksikliklerine rağmen tüm
teknolojilere uygulanan bir yöntemdir.
Parasal değerleri şimdiki zamana indirgeme yöntemine benzer bir
yöntemdir (discounted cash flow or discounted present value). Tesisin tüm ömrü boyunca ürettiği ve sabit
kabul edilen birim enerji maliyetini verir.
Sadece belli bir amortisman süreci seçilerekte bu değer elde
edilebilir. Bu durumda tesisin geri
kalan ömür sürecinde maliyeti belirleyen sadece
yakıt ve işletme masraflarıdır.
Özellikle farklı teknolojilerin bulunduğu karma üretim sistemlerinin
birim enerji maliyeti hesabı farklı
olmak zorundadır. Santralların sisteme
güç sağlamak üzere dahil olmaları veya sistemden ayrılma masraflarının dikkate alınması
gerekmektedir. Bu nedenle “Hizalandırılmış Sistem Enerji Fiyatı”
(System LCOE) kullanılmaktadır. LCOE
üzerine “Profil, Dengeleme, İletim Ağına Bağlanma” maliyetleri eklenerek sistem
birim enerji maliyeti hesaplanır (Profile, Balancing and Grid Costs)[1]. Bu yazıda özellikle VRE’lerin sisteme giriş
ve çıkışları açıklanacaktır.
Profil Maliyeti:
Elektirik üretim sisteminde VRE’nin değişken yük üretimi verisine cevap
olarak enerji maliyetindeki artıştır.
Değişim (sisteme dahil olan VRE gücünde artma veya azalma) baz yükü
santralları tarafından karşılanır. Bu,
sistemde esneklik (flexibility) olarak adlandırılır. VRE’lerin kapasite kredisinin (VRE’lerin
kullanılabilirliği/Klasik baz santrallarının kullanılabilirliği) düşük olması
da esnekliği etkiler ve profil maliyetini arttırır .
Dengeleme Maliyeti: Elektirik üretim sisteminde
VRE’nin yük üretimindeki belirsizliğine
cevap olarak enerji maliyetindeki artıştır(Balancing Cost) . VRE üretimindeki hızlı azalmanın yedekleme
görevi yapan baz santrallar üzerine yükleyeceği uyum görevinin maliyeti veya
tersine hızlı artışın gerektirdiği kısıntı kaybı maliyetidir. Kısıntı kaybı (curtailment) günün veya
haftanın bazı günlerinde rüzgar veya güneş enerjisinde meydana gelen aşırı artışın, depolama olmaması
durumunda kaybedilmesidir.
İletim Ağına Bağlanma Maliyeti: Elektirik üretim sisteminde VRE’nin üretim
sistemine bağlanma masrafının enerji maliyetinde neden olduğu artıştır(Grid
Cost) . VRE üretim tesisinin iletim
ağına fazla uzak olup bağlanmasının
yüksek bir meblağ gerektimesi durumunda bu bedel VRE tesis inşa
masrafları arasında kabul edilebilir (Connection Cost).
5. Karma Enerji Üretim Sistemi
Senaryoları: Ref.1’de çok düşük karbon salınımlı karma
üretim sistemi senaryoları incelenmiştir.
Karbon emisyonu 2040 yılı için öngörülen sınırlamaya uygun olarak 50
grCO2/ kWh seçilmiştir. Hesaplama yöntemi GenX (a power system decision support tool)
sistemidir [2]. İngiltere için de benzer
bir örnek vardır [3]. Beş senaryo
seçilmiştir. Ana senaryo (Base Case),
belirtilen karbon kısıtlamasına uygun ve üretimin nükleer, hidrolik, kombine ve
açık çevrim doğal gaz (CCGT ve OCGT) santrallar ile yapıldığı, düşük oranda
hidrolik depolamanın kullanıldığı ve minimum birim enerji maliyeti sağlayan bir
senaryosudur. Kömür santralları
senaryolara dahil edilmemiştir. Diğer
dört senaryoda VRE (solar PV, wind) oranı sırası ile %10, % 30, %50, %75
arttırılarak sisteme dahil edilmiş, karşılığında nükleer enerjinin katkısı
azaltılmıştır. Ana senaryoda sistemin
kurulu gücü 98GW dır. Barajlı, büyük ana
yük hidrolik santralları ile ufak esnek, gücü düşük hidrolik santrallar karıştırılmamalıdır (Flexible Hydro).
Şekil 1. de görüldüğü gibi nükleer gücün oranı
yaklaşık %40 dır. VRE oranı arttıkça nükleer güç azalmakta ve
VRE % 75 için sıfırlanmaktadır. Bu arada
sistemin dengeli çalışmasının sağlanabilmesi için kullanılabilirliği
(availability) yüksek fakat verimi düşük açık çevrim doğal gaz santrallarının
(OCGT) oranı artmaktadır. Senaryolarla
birlikte aynı gücü sağlayabilecek sistem kurulu güçlerinin nasıl değiştiği görülmektedir. Ana senaryonun 98 GW olan kurulu gücü %75 VRE
örneğinde 330GW değerine yükselmektedir. Nedeni VRE’lerin düşük kapasite
oranıdır (2.bölüme bakınız ). VRE oranı
arttıkça kurulu gücün değeri ana senaryonun üç katından fazla artmaktadır. Bu artış, VRE’lerin birim kurulu gücünün
göreceli ucuzluğunun etkisini azaltan bir olgudur.
Şekil 1. Kaynak [1]’den alınmıştır
Şekil 2. “LCOE” ile “Sistem LCOE” arasındaki
farkı göstermekteedir. Kısa devre LCOE
(short term LCOE), yaptığımız tanıma göre zaten “Sistem LCOE” den başka birşey
değildir. Fakat bu örnekte, elde bulunan
ve sistemde esneklik sağlayan bir
opsiyonun da kullanıldığı gösteriliyor (flexibility option). Örneğin bu ithal
elekrik olabilir genellikle bir zaman farkı ile sisteme bağlanır. Böylesine sistem dışı, emisyon problemi
olmayan ve yeterince ucuz bir kaynağın varlığı (eğer var ise) sisteme güç sağlama
maliyetini (integration cost) düşüren bir unsur olur. Böylece, sağ tarafda görülen ve bu koşullarda
“Sistem LCOE”ı veren sütun elde edilmiştir.
Şu husus özellikle belirtilmelidir.
Bu çalışma bir “ Yeşil Saha Yaklaşımı” ürünüdür (Green Field Approach)
[1]. Anlamı gelecek için tasarlanan bu üretim
sistemlerinin tamamen yeni baştan ve bilinen en uygun teknoloji ve ekonomik
değerler ile oluşturulması anlamındadır.
Diğer bir yöntem ise eldeki sistemin iyileştirilmesi olup “Eskinin
Yeniye Uyarlanması” yöntemi diyebileceğimiz bir yöntem ile projelendirmektir
(Brown Field Approach). İklim
değişikliği nedeni ile enerji politikalarında köklü değişim yapılması
gerektiğine inanılan bu dönemde, OECD NEA ve MIT tarafından yapılan ve bu
yazıda 1. ve 2. Kaynaklar olarak verilen bu tür çalışmalar şüphesiz büyük bir
öneme sahiptir.
ŞEKİL 3. Bir MWh VRE enerjisinin sisteme bağlanma
maliyetini vermektedir (System Cost). Hata aralığı da hesaplanmıştır. Ana senaryo ve ona çeşitli oranlarda VRE
girişleri yapılarak türetilen yeni senaryolar için hesaplar tekrarlanmışdır. Yüzde elli giriş için esnek hidrolik enerji
sağlanması dışında sistem dışı destek olmaması (No Interconnection) ve ayrıca sistem
dışı hidrolik enerji sağlanmasının da olmaması (No Interconnection, no flexible
hydro) durumları ayrı ayrı incelenmiştir.
Sonuç olarak VRE’lerin bir karma sistemde kullanılması maliyeti (LCOE’a
ilave ) MWh VRE başına 8- 50 ABD doları kadar olmaktadır. Diğer bir deyişle, bu değer 0.8 – 5.0
cent/kWh dır. Bunun önemli bir meblağ
olduğu açıktır.
Şekil 4. Sonuç değerleri, “Hizalandırılmış Sistem Enerji Maliyeti (System LCOE or Generation Cost)”u vermektedir.
Ana senaryoda nükleer kurulu gücün oranı yaklaşık % 48, doğal gazın
oranı ise % 25 civarındadır. Birim enerji maliyeti ise 7.5 cent/kWh dir. VRE oranı artıkça nükleer kurulu gücü
azalmakta ve birim enerji maliyeti ise yükselmektedir. VRE % 10 için nükleer oranı % 32 ve
maliyet 8 cent/kWh olmakta, VRE % 30
için nükleer oranı % 17 ve maliyet 9
cent/kWh, VRE % 50 için nükleer oranı % 6 ve maliyet 10 cent/kWh dır. VRE % 75 için nükleer güce gerek kalmamıştır
ve maliyet 13 cent/kWh olmuştur. VRE % 50 için
incelenen diğer iki durum 1 cent/kWh farklık bir etki yaratmıştır. Senaryolarda %25 civarında doğal gaz kurulu
gücü bulunmaktadır. VRE %75 için değeri % 17 civarına
inmektedir. Emisyon etkisi, CCS ve CCUS
projeleri ile azaltılabilir. Sağ tarafta
görülen sarı sütun VRE üretiminin bu çalışmada alınan değerlerin yaklaşık üçte
biri veya yarısı arasında bir değere kadar ucuzlaması durumunda geçerli
olabilecek ilave bir çalışmadır ve maliyet ana senaryodan pek farklı değildir.
Senaryolar, evvelce de
belirtildiği gibi, 2040 yılında karbon emisyonu için çalışmada öngörülen 50grCO2/kWh sınırlamasına uygun olarak seçilmiştir[1]. Ayrıca,
senaryolar kurulu güç olarak yüksek oranda nükleer ve yenilenebilir enerji içeriyor olma ön
koşulu ile seçilmiştir. Bu teknoloji
karışımının uygun sonuç vermiş olması ve dünya nükleer yakıt envanterinin
gözardı edilemeyecek bir zenginliği ifade etmesi nükleer enerjinin gelecekte
teknolojisi yenilenerek kullanılmaya devam edileceği anlamına
gelmektedir. CCS ve CCUS teknolojileri enerji
üretiminde yakıt olarak kullanılacak olan doğal gazın karbon dioksit salınımını
gidermekte kullanılabilir.
Şekil 2. Kaynak [1]’den alınmıştır
6. Türkiyenin Geleceğinde
Nükleer Güç
Atmosferin aşırı karbonsuzlaştırılmasının sözkonusu
olduğu bu ortamda, Türkiyenin Güneş ve Rüzgar kaynaklarından enerji üretimini
hızla arttıracak projelere öncelik vermesinin önemi büyüktür. Fosil yakıt kullanmaktan vazgeçmesi çok zor
olduğundan CCS ve CCUS teknolojilerine enerji politikasında yer vermesi
beklenir. Büyük ve barajlı hidrolik
santralların dışında baz yük santralı olarak Nükleer santrallara ihtiyacı
vardır. Nükleer reaktörler yüksek kapasite çarpanına sahip ana
yük santralarıdır (dispatchable energy). Teknoloji transferi yapılmayacak
ise nükleer enerji gibi çok karmaşık bir yüksek teknoloji ürününün ülkenizde
yer almasının gereği yoktur, çünkü gerçek sahibi olamazsınız. Türkiye çok erken davranmış olmasına rağmen
ikinci nesil nükleer reaktör teknolojisine sahip olamamıştır. Üçüncü nesil için geç kalmıştır. Dördüncü nesil ve özellikle “Ergimiş Tuz
Reaktörleri”nin geleceği parlak gözükmektedir ve Toryum elementinden enerji
üretmeye en yatkın reaktör tipidir.
Doğru ilişkiler kurulmak, gerekli bağlantılar yapılmak ve yeterli bütçe
sağlamak koşulu ve sıkı bir çalışma disiplini ile ancak 15 - 20 yıl içersinde
ticari bir reaktör inşaasına adım atılabilir.
Bu arada geliştirilen reaktöre lisans verebilecek bir takımın
oluşturulması gereği önemli ve zor bir iştir.
Bu tür bir proje ancak Milli bir politika olarak benimsenmek koşulu ile
başarı şansına sahip olabilir.
Paris anlaşması hedefleri; ülkelerin enerji politikalarında kökten
değişikliklere neden olabilir. Üretim
sisteminin hızla düşük CO2 üreten bir sistem haline dönüşmesi ve 20
yılda 1/8 değerine indirilmesi zor bir hedeftir. Diğer yandan
Koronavirüs
(Kovid -19)’un yaşamımızda neden olduğu
değişimin ve kısa sürede gösterdiği atmosferi temizleme etkisinin toplumda
yaratması beklenen tepkinin enerji politikalarına da yansıması olasıdır.
Emekli Öğretim Üyesi
Şarman GENÇAY
YARARLANILAN
KAYNAKLAR
[1] THE
COST of DECARBONIZATION: System Costs with High Shares of Nuclear and
Renewables. Nuclear Energy Agency
Organisation for Economic Co-Operation and Development, NEA No. 7299, OECD
2019.
[2] “The Future Nuclear Energy in a
Carbon–Constrained World” An Interdisciplinary MIT Study, 2018.
[3] “The False Economy of Abandoning Nuclear Power”, The New Nuclear
Watch Institute (NNWI) London, 2018.
-----------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder