Doğadaki asbest, arsenik, uranyum,
radon gibi daha bir çok maddenin insan sağlığına etkilerini bilimsel olarak
araştıran Tıbbi Jeoloji Sempozyumları, hem katılanlara hem de yapılan
yayınlarla ilgilenenlere yararlı olmaktadır. Daha önce, 2006’da Çanakkale’de ve
2008’de de Ankara’da benzer sempozyumlar yapılmıştı. Tıbbi Jeoloji Sempozyumları’nda
görüşülen bilgilerin yetkililere ve uygulayıcılara da yol göstereceği umulur. Bu
nedenlerle, üç sunumla katıldığım bu 3. Sempozyuma olanak sağlayan Hacettepe
Üniversitesini ve sempozyumu düzenleyen ülkemizin değerli araştırmacılarından Tıp
Prof.Dr. Salih Emri ile bu konularda uzman Jeoloji Y.Müh. Dr.Eşref Atabey’i ve
sunumlarıyla katkıda bulunan değerli bilmsel araştırmacılarımızı kutlarken, bu
sempozumdan çıkardığım bazı sonuçları aşağıda özetlemenin, ilgilenenlere yararlı
olacağını düşünüyorum (Ayrıca, Sempozyum Sonuç Bildirgesine bkz. /1/):
1. Özellikle
ülkemizin bir çok bölgesinin toprağında bulunan asbest, arsenik gibi sağlığa zararlı
maddelerin yöre halkınca bilinmeden kullanıldığı ve buna karşı, zaman zaman köy
yerinin değiştirilmesinden başka pek bir önlem alınmadığı sempozyumda açıklandı.
Örneğin Jeolog Dr.Eşref Atabey sunumunda, Anadolu’da bazı yörelerde halkın
evlerini asbestli çamurla sıvadığını, bunun 1960‘larda da bugün de değişmediğini,
1960’lardan bugüne kadar çekilen fotoğraflarla sergileyerek, köylülerin
asbestli havayı solumayı hala sürdürdüğünü vurgulandı.
2. Sunum
yapanların açıkladıkları daha bir dizi araştırma çalışmalarının sonuçlarına
dayanılarak ilgililerin / yetkililerin halkı, doğadaki kimyasal maddelerin
etkilerinden koruyacak ne gibi önlem
aldıklarıyla ya da alacaklarıyla ilgili
bir bildiri sempozyumda, ne yazık ki, sunulmadı. Sadece havadaki radonun
evlerde ölçümüyle ilgili olarak ülke düzeyinde ölçü aleti dağıtımının yürütülmekte
olduğu açıklandı.
3.
2009 yılı Mart ayından bu yana Nevşehir ilinde yeni
yerleşime açılacak alanlar için eriyonit minerali olup olmadığı hakkında Tıbbi
jeoloji raporu olmadan, alanların yeni yerleşime açılmadığını ya da önlemler
alınarak açılabildiğini, asbestle ilgili Türkiye asbest islah arındırma (islah)
çalışmaları sürdürüldüğünü ve içme sularında arsenikten etkilenmeyle (maruzuyet)
ilgili birçok yerde önlemler alındığını, aşırı arsenikli içme sularının
arsenikten arındırılması için birçok merkezde arıtma tesisleri kurulduğunu
Dr.Eşref Atabey açıklamıştır.
4.
Topraktaki ve içme sularındaki doğal radyoaktif
maddelerle ilgili özellikle Almanya’daki durumla karşılaştırmalı olarak
yaptığımız sunumlar epey tartışıldı. İçme ve kullanma sularındaki
radyoaktivite ölçüm sonuçları, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) internet sayfalarında
her bir il için, haritalar üzerinde renkli olarak gösteriliyor /2/. Bu
değerler, ilçelerden 2013 öncesi alınan toplam 1877 adet su örneğinin
laboratuvar ölçümlerine dayanıyor. Ölçümü yapılan su örneklerindeki
radyoaktivitenin, içme suları yönetmeliğindeki /3/ gösterge değerlerinin altında
kaldığı açıklanıyor. Ancak ölçüm sonuçlarının, her ilde bulunabilen bir kaç
şebekeden hangisi için geçerli olduğuyla ilgili bir bilgiye TAEK sayfalarında
rastlanmadığı gibi, o ilde içilebilen şişe ve damacana sularıyla ilgili
radyoaktivite değerlerine de TAEK sitesinde rastlanmıyor. Geniş coğrafyaya
yayılmış, 40 bin köy ve diğer yerleşim yerlerindeki onbinlerce çeşit, şişe,
damacana, kuyu, çeşme suyu (göl, kaynak ve ırmak?) gibi içilebilen sularda ayrı
ayrı radyoaktivitenin, belirli zaman aralıklarıyla ölçülemeyeceği açıktır
(Diğer yazımızdaki Türkiye haritası üzerinde gösterilen memba ya da maden
sularının dağılımına bkz). Örneğin 15 milyonluk İstanbul’da, içilebilen bir çok
su çeşidine karşın (15 barajı ve bir dizi memba suyu bulunan İstanbul sularının
çeşitliliği için bu yazının sonundaki (*) listeye bkz.). Halbuki, TAEK
internet sayfalarındaki bir kaç değerden, tüm İstanbul sularındaki
radyoaktivitenin aynı olduğu anlamı çıkıyor. Kaldı ki bu değerlerin sadece
örneklerin alındığı günleri temsil etmesi, periyodik denetim ölçümlerinin
bulunmaması, bu konudaki eksikliği ve TAEK’nın sınırlı alet ve personeliyle her
yere ulaşamayacağına bir örnektir.
Normali,
istanbul ve çevresindeki 15 barajdan heribirinin şebeke sularıyla, memba sularının
herbiri için, radyoaktivite ölçümlerinin yapılması ve bir listede ölçü
sonuçlarının ayrı ayrı gösterilerek halkın bilgilendirilmesidir.
5.
Kuşkusuz geniş coğrafyalı ülkemizde, genellikle bir
çok suyun içilmesinde rayoaktivite yönünden bir sakınca olmayabilir. Ancak
kapsamlı ölçümlerle gerçek durumu, özellikle radyoaktif maddelerin yoğun
bulunduğu bölgelerdeki topraklardan, kayaçlardan çıkarılan sularda (örneğin
uranyum cevherinin bulunduğu Manisa Köprübaşında, toryumun yoğun bulunduğu Sivrihisar
yöresindeki topraklarda, ayrıca kristalin kayaların bulunduğu yerlerde açılan
kuyularda) ayrıntılı araştırmalarla, ortaya koymanın doğru yol olacağı da
açıktır. Öte yandan her yerleşim yerinde, Sağlık Müdürlükleri içilen suların
bir listesini yapmalı ve bu sulardaki
radyoaktivitenin ölçümlerle belirlenmesi
sonucu yüksek değerler bulunduğunda, igili sular için daha ayrıntılı uranyum,
radon, polonyum 210, kurşun 212 gibi izotoplar da ölçülmeli ve gerekiyorsa önlemler
alınmalıdır. Türkiye genelindeki çok sayıdaki bu çeşit ölçümlerin de ancak
bölge laboratuvarlarıyla üstesinden gelinebileceği açıktır.
6. Vücudun etkilendiği yıllık
ortalama doğal radyasyon dozunun yaklaşık olarak yarısının, evlerin havasındaki
doğal radon gazının solunmasından kaynaklandığı biliniyor. Radon gazı binaların
tabanlarındaki çatlaklardan ve boru kanallarından evlere giriyor. Havadan daha
ağır olan radon, özellikle sık havalandırılmayan evlerin kiler ve alt
katlarında daha çok bulunuyor. Kentlerdeki binalar 10-40 kata doğru yükselirken
yukarı katların havasındaki radonun vücutta oluşan toplam doğal radyasyon
dozuna, açık havadakinin üstünde, bir katkısı olmayacağı açık. Bu nedenle
evlere radon ölçüm aletleri dağıtılırken, özellikle alt katlara önem verilmeli
ve toplam doğal radyasyon dozlarındaki radonun önemli olan katkısı,
ortalamalardan gidilerek değil de, kentlerdeki genel nüfusun alt katlarda mı
yoksa daha çok üst katlarda mı? yaşadıkları gözönüne alınarak yeniden
değerlendirilmelidir. Buradan, - toplam doğal radyasyon dozunun yarısı radondan
kaynaklanıyor varsayımının her kişi ve yerleşim yeri için geçerli olamayacağı,
kişilerin oturdukları evlere göre radonun katkısının değişeceği görülüyor.
7. Sularda erimiş olarak
bulunan radonun, solunumla alınan radon dozuna oranla vücutta önemli bir doz oluşturmayacağı,
toplantıda, sorgulandı. Özellikle pek havalandırılmayan binaların alt
katlarının havasındaki radon derişiminin, yüzeysel sulardaki radon
derişimiyle karşılaştırıldığında doğru
olan bu açıklama, radon derişimi yüksek olan suları içenler için geçerli değil.
Örneğin, Uluslararası Radyasyondan Korunma Kurulu (UNSCEAR) verilerine göre bazı
derin kuyularda 50.000 Bq’e varan radon radyoaktivitesi ölçülmüştür (Bkz. /4/Çizelge).
Bu gibi yüksek radon derişimli kuyu
sularının ülkemizde de bulunabileceği düşünülmeli ve buralarda bu sulardan günde
ne miktarda içilmekte olduğu araştırılmalıdır. Suda erimiş radonun uçuculuğu
nedeniyle, içilen suda radon çok azalsa dahi, radonun suda geride bıraktığı ağır
metallerden oluşan bozunma ürünlerinin bu suyu içenlerin vücutlarına etkili
olabileceği gerçeğini de unutmamak gerekir. Bu nedenle radyasyon fiziğinde
genellemeyle değil, ilgili yerleşim yerindeki gerçek durum, ölçümlerle ve yüksek
radon derişimli sudan günde ne kadar içildiğinin (sorgulamalarla) belirlenmesiyle
değerlendirilmeli, doz ve risk hesaplarının da buna göre yapılması doğru yoldur.
8. Damacana ve şişe
sularının doldurulduğu tesislerde, işletme ruhsatı alınırken sadece tek bir
radyoaktivite ölçümü yapılıyor ve bu değer sınır değerlerin (parametre ya da
gösterge değerlerinin) altındaysa işletme izni veriliyor. Ancak ileride örneğin
bir kaç periyodik ölçümlerle başlangıç değerinin denetiminin
yapıldığıyla/yapılacağıyla ilgili herhangi bir açıklamaya rastlanmıyor.
Özellikle derin kuyular açılarak çıkarılan sularda, doğal radyoaktivite değerlerinde, genellikle
büyük değişimler beklenmemesine rağmen, bu suların zamanla başka sularla karıştırılıp
karıştırılmadığının belirlenmesi, denetim ölçümlerinin yapılması ve ilk değer
pek değişmiyorsa, periyodik ölçümlerin gerekmediğinin kanıtlanması yararlı olur.
9.
Özellikle, uranyum, toryum derişimi yüksek olan toprak ve
kayaçlarda açılan kuyuların önemi
açıktır. Genellikle halkın içtiği musluk ve kuyu suları için buralarda periyodik
ölçümler önemlidir. Köylerde, küçük
yerleşim yerlerindeki bu çeşit sularda ilk radyoaktivite ölçümlerin bile yapıldığı
bilinemiyor. Ayrıca göl ve ırmak sularına,
laboratuvar ve hastanelerdeki radyoaktiviteli sıvı atıklardan, içinde az
miktarda da olsa çeşitli zehirli maddelerin ulaşmakta olduğu da kestirilebilir.
10. Manisa Köprübaşına 1970’li yıllarda MTA’nın açtığı ve hala kapatılmayan!!
çukurlarda uranyum cevheri bir süre çıkarılmış, sonradan ekonomik olmayacağı
hesaplandığından uranyumun işletilmesinden vazgeçilmiştir. Bu bölgede aradan
geçen 45 yıl boyunca, oradaki yöre insanın, o bölgede yetişen besin maddelerinden
ve evlerin yapımında kullanılan uranyumlu taş ve topraktan etkilenip
etkilenmediklerini ortaya koyacak radyasyon dozları ve riskleriyle ilgili bir
araştırma yaptığına TAEK internet sayfalarında rastlanmıyor. Bu bölgede Elazığ
Üniversitesi, örnek bir bilimsel araştırma yaparak, toprak, su ve besinlerde
uranyum miktarını laboratuvarlarda ölçtürmüştür /5/. Ancak bu kapsamlı bilimsel
çalışma yukarıda belirtilen radyasyon doz ve risk araştırmalarıyla
sürdürülmelidir.
11. Ülkemizde hala yıllık doğal radyasyon doz değeri olarak kişi başına 2,4
mSv’lik dünya ortalaması kullanılıyor. Bir kişinin bir yıl boyunca doğal
radyasyondan alabileceği ortalama doz değerleri, ülke ve bölgelere göre 1 ile
10 mSv arasında büyük değişim gösterebiliiyor. Bu nedenle ülkemizdeki her bir ‚ana
bölge‘ için sadece, radyasyon detektörleriyle ölçülen dozhızından hesaplanan ‚dış
radyasyondan oluşan‘ yıllık doz değil, halkın yemek yeme alışkanlıklarına göre
yapılacak araştırmalarla besin maddelerindeki radyoaktiviteden kaynaklanan dozlar
da hesaba katılmalıdır. Vücudun dışından ve içinden aldığı radyasyon dozlarına,
solunumla alınan radon ile o bölgedeki ortalama kozmik ışın dozları da ölçülerek
eklenmeli, yıllık toplam doğal radyasyon dozu herbir bölge için, ilgili
uzmanlardan oluşan, grup çalışmalarıyla değerlendirilerek hesaplanmalıdır (Bkz./4/, Sf.20, USCEAR değerleri).
12. Sonuç olarak, Almanya’nın iki katından büyük ülkemizde binlerce çeşit
sulardaki radyoaktivite ölçümlerinin, merkezden tek kurum tarafından yapılabileceği
beklenmemeli. Özellikle radyoaktivitesi yüksek topraklardaki sularda,(3-4 pilot
bölge seçilerek), bilimsel
araştırmaların, ilgili bölge üniversitelerinin, sağlık bakanlıklarının ve hatta
belediyelerin katkısıyla, TAEK öncülüğünde TÜBİTAK projeleriyle başlatılması ve
bu projelerde ilgili bilim dallarından araştırmacıların katkıda bulunarak ‚grup
çalışmaları‘ yapmalarıyla gerçeğe daha yakın, bilgiler elde edilebilir. Benzer
araştırma ve ölçümler, sadece sularda değil, radyoaktivitesi yüksek
bölgelerdeki toprakta ve besin maddelerinde yapıldığında, yöre halkının yemek
yeme alışkanlıkları da göz önüne alınarak, bölgedeki halkın almakta olduğu
radyasyon dozu ve riski hesaplanabilecektir. Ancak böylelikle halk sağlığı için
temel veriler oluşturulmuş ve herhangi bir önlem alınıp alınmayacağı ortaya
çıkacaktır.
13. TAEK’nın, yurt düzeyinde bölgesel/yöresel yapılacak binlerce radyasyon
ve radyoaktivite ölçümlerini ilgili bölgelerde kurulacak üniversite laboratuvarlarına
bırakması, onlara danışmanlık sunması ve kendi laboratuvarlarında da yapacağı
kontrol ölçümleriyle yurt düzeyindeki ölçümleri denetlemesi ve değerlendirmesi önerilir.
14. Yukardaki
açıklamaların ve önerilerin gerçekleştirilebilmesi için ise, başta TAEK yasası
olmak üzere ilgili yasa ve yönetmeliklerin de bunlarla uyumlu olarak
düzenlenmesi gerekir.
Yüksel Atakan
Dr.Radyasyon Fizikçisi
Almanya
Kaynaklar
/1/ Sempozyum Sonuç Bildirgesi
(Prof.Salih Emri, Dr.Eşref Atabey) www.mesothelioma-tr.org
/2/ Türkiye Çevresel Radyasyon Atlası (TAEK)
http://www.taek.gov.tr/radyasyon-izleme/turkiye-cevresel-radyasyon-atlasi.html
/3/ İnsani amaclı içme ve
kullanma sularıyla ilgili 25730 sayılı yönetmelik ve bunun 2013 yılında
değiştirildiği 28580 nolu yönetmelik ekindeki radyoaktiviteyle ilgili
çizelgeye bkz.‚
/4/ Radyasyon ve Sağlığımız? kitabı,
Y.Atakan, Nobel Yayınları 2014 (USCEAR, WHO, IPA ve
BfS değerleri Sayfa 20, 76 bkz.)
/5/ Köprübaşıı
(Manisa) Uranyum Sahası ve çevresel etkileri Köprübaşı (Manisa)
Prof.
Dr. Ahmet ŞAŞMAZ – Fırat Üniv. Müh. Fak. Jeoloji Müh. Böl.-Elazığ
Tıbbi
jeoloji ve daha önceki sempozyumla ilgili kitaplar:
-
Tıbbi Jeoloji kitabı E.Atabey, 2005, TMMOB Jeoloji Müh.Odası yayınları
-
Tıbbi Jeoloji kitabı E.Atabey, 2008, MTA yayınları
(*) İstanbul’da
içilebilen sular:
İstanbul'da şehir suyu olarak kullanılan Terkos Gölü suyu, Kırkçeşme Suyu; Elmalı, Ömerli, Alibey, Darlık, Sazlıdere ve İsaköy barajlarının suları, içilebilecek niteliktedir (Toplam 15 barajdan kente su veriliyor)
İstanbul'da şehir suyu olarak kullanılan Terkos Gölü suyu, Kırkçeşme Suyu; Elmalı, Ömerli, Alibey, Darlık, Sazlıdere ve İsaköy barajlarının suları, içilebilecek niteliktedir (Toplam 15 barajdan kente su veriliyor)
Ayrıca üstün nitelikte
ünlü içme suları şunlardır:
Kağıthane ve Kemerburgaz'daki kaynaklardan sağlanan Hamidiye Suyu, Ayazağa'da Dertlipınar Suyu, Baltalimanı'nda Kanlıkavak Suyu, Sarıyer'de Çırçır Suyu, Kestane Suyu, Hünkör Suyu, Tomruk Suyu, Büyükdere'de Sultan Suyu, Kocataş Suyu, Kireçburnu'nda Kefeli Suyu, Alibeyköy'ünde Kese Suyu Rumeli yakasındadır.
Anadolu yakasında, Alemdağ'daki kaynaklardan sağlanan Taşdelen Suyu, Sırmakeş Suyu, Defneli Suyu, Göztepe Suyu,
Alemdağ Suyu, Mütevelli Suyu, Çubuklu'da Çubuklu Suyu, Beykoz'da Karakulak Suyu, Kadıköy çeşmelerinden akıtılan Kayışdağı Suyu, Büyük Çamlıca'da Tomruk Suyu, Acıbadem'de Küçük Çamlıca Suyu, Yakacık'ta Ayazma Suyu ve Şeker Suyu üstün nitelikli kaynak sularıdır.
Kağıthane ve Kemerburgaz'daki kaynaklardan sağlanan Hamidiye Suyu, Ayazağa'da Dertlipınar Suyu, Baltalimanı'nda Kanlıkavak Suyu, Sarıyer'de Çırçır Suyu, Kestane Suyu, Hünkör Suyu, Tomruk Suyu, Büyükdere'de Sultan Suyu, Kocataş Suyu, Kireçburnu'nda Kefeli Suyu, Alibeyköy'ünde Kese Suyu Rumeli yakasındadır.
Anadolu yakasında, Alemdağ'daki kaynaklardan sağlanan Taşdelen Suyu, Sırmakeş Suyu, Defneli Suyu, Göztepe Suyu,
Alemdağ Suyu, Mütevelli Suyu, Çubuklu'da Çubuklu Suyu, Beykoz'da Karakulak Suyu, Kadıköy çeşmelerinden akıtılan Kayışdağı Suyu, Büyük Çamlıca'da Tomruk Suyu, Acıbadem'de Küçük Çamlıca Suyu, Yakacık'ta Ayazma Suyu ve Şeker Suyu üstün nitelikli kaynak sularıdır.
Not: Halkın 2/3’nün şebeke suyu içmediği bir anketle ortaya konulmuştur
(Diğer yazımıza bkz.)
Aşağıdaki
şekil 1‘de Almanya içme sularındaki uranyum analiz sonuçları yer alıyor/1/
Aşağıdaki
Şekil 2’de İstanbul ve çevresindeki sulardaki radyoaktivite (TAEK)/2/
Aşağıdaki Şekil 3’de Türkiye
genelinde, içme ve kullanma sularındaki radyoaktivite dağılımı
(Toplam Alfa radyoaktivitesi,
TAEK)
Aşağıdaki Şekil 4: Türkiye Radon
Haritası / Evlerin havasındaki radon derişimi (Bq/m3)
/TAEK Nilgün Çelebi et al.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder