..

..
..

27 Ocak 2016 Çarşamba

Ankara'da 12-14 Kasım 2015 günlerinde yapılan uluslararası katılımlı Tıbbi Jeoloji sempozyumundan notlar (Özellikle: içtiğimiz sulardaki radyoaktivite?)

Doğadaki asbest, arsenik, uranyum, radon gibi daha bir çok maddenin insan sağlığına etkilerini bilimsel olarak araştıran Tıbbi Jeoloji Sempozyumları, hem katılanlara hem de yapılan yayınlarla ilgilenenlere yararlı olmaktadır. Daha önce, 2006’da Çanakkale’de ve 2008’de de Ankara’da benzer sempozyumlar yapılmıştı. Tıbbi Jeoloji Sempozyumları’nda görüşülen bilgilerin yetkililere ve uygulayıcılara da yol göstereceği umulur. Bu nedenlerle, üç sunumla katıldığım bu 3. Sempozyuma olanak sağlayan Hacettepe Üniversitesini ve sempozyumu düzenleyen ülkemizin değerli araştırmacılarından Tıp Prof.Dr. Salih Emri ile bu konularda uzman Jeoloji Y.Müh. Dr.Eşref Atabey’i ve sunumlarıyla katkıda bulunan değerli bilmsel araştırmacılarımızı kutlarken, bu sempozumdan çıkardığım bazı sonuçları aşağıda özetlemenin, ilgilenenlere yararlı olacağını düşünüyorum (Ayrıca, Sempozyum Sonuç Bildirgesine bkz. /1/):

1.      Özellikle ülkemizin bir çok bölgesinin toprağında bulunan asbest, arsenik gibi sağlığa zararlı maddelerin yöre halkınca bilinmeden kullanıldığı ve buna karşı, zaman zaman köy yerinin değiştirilmesinden başka pek bir önlem alınmadığı sempozyumda açıklandı. Örneğin Jeolog Dr.Eşref Atabey sunumunda, Anadolu’da bazı yörelerde halkın evlerini asbestli çamurla sıvadığını, bunun 1960‘larda da bugün de değişmediğini, 1960’lardan bugüne kadar çekilen fotoğraflarla sergileyerek, köylülerin asbestli havayı solumayı hala sürdürdüğünü vurgulandı.
2.      Sunum yapanların açıkladıkları daha bir dizi araştırma çalışmalarının sonuçlarına dayanılarak ilgililerin / yetkililerin halkı, doğadaki kimyasal maddelerin etkilerinden koruyacak ne gibi  önlem aldıklarıyla ya da alacaklarıyla  ilgili bir bildiri sempozyumda, ne yazık ki, sunulmadı. Sadece havadaki radonun evlerde ölçümüyle ilgili olarak ülke düzeyinde ölçü aleti dağıtımının yürütülmekte olduğu açıklandı.
3.      2009 yılı Mart ayından bu yana Nevşehir ilinde yeni yerleşime açılacak alanlar için eriyonit minerali olup olmadığı hakkında Tıbbi jeoloji raporu olmadan, alanların yeni yerleşime açılmadığını ya da önlemler alınarak açılabildiğini, asbestle ilgili Türkiye asbest islah arındırma (islah) çalışmaları sürdürüldüğünü ve içme sularında arsenikten etkilenmeyle (maruzuyet) ilgili birçok yerde önlemler alındığını, aşırı arsenikli içme sularının arsenikten arındırılması için birçok merkezde arıtma tesisleri kurulduğunu Dr.Eşref Atabey açıklamıştır.
4.      Topraktaki ve içme sularındaki ​doğal radyoaktif maddelerle ilgili özellikle Almanya’daki durumla karşılaştırmalı olarak yaptığımız sunumlar e​pey tartışıldı.  İçme ve kullanma sularındaki radyoaktivite ölçüm sonuçları, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) internet sayfalarında her bir il için, haritalar üzerinde renkli olarak gösteriliyor /2/. Bu değerler, ilçelerden 2013 öncesi alınan toplam 1877 adet su örneğinin laboratuvar ölçümlerine dayanıyor. Ölçümü yapılan su örneklerindeki radyoaktivitenin, içme suları yönetmeliğindeki /3/ gösterge değerlerinin altında kaldığı açıklanıyor. Ancak ölçüm sonuçlarının, her ilde bulunabilen bir kaç şebekeden hangisi için geçerli olduğuyla ilgili bir bilgiye TAEK sayfalarında rastlanmadığı gibi, o ilde içilebilen şişe ve damacana sularıyla ilgili radyoaktivite değerlerine de TAEK sitesinde rastlanmıyor. Geniş coğrafyaya yayılmış, 40 bin köy ve diğer yerleşim yerlerindeki onbinlerce çeşit, şişe, damacana, kuyu, çeşme suyu (göl, kaynak ve ırmak?) gibi içilebilen sularda ​ayrı ayrı radyoaktivitenin, belirli zaman aralıklarıyla ölçülemeyeceği açıktır (Diğer yazımızdaki Türkiye haritası üzerinde gösterilen memba ya da maden sularının dağılımına bkz). Örneğin 15 milyonluk İstanbul’da, içilebilen bir çok su çeşidine karşın (15 barajı ve bir dizi memba suyu bulunan İstanbul sularının çeşitliliği için bu yazının sonundaki (*) listeye bkz.). Halbuki, TAEK internet sayfalarındaki bir kaç değerden, tüm İstanbul sularındaki radyoaktivitenin aynı olduğu anlamı çıkıyor. Kaldı ki bu değerlerin sadece örneklerin alındığı günleri temsil etmesi, periyodik denetim ölçümlerinin bulunmaması, bu konudaki eksikliği ve TAEK’nın sınırlı alet ve personeliyle her yere ulaşamayacağına bir örnektir.
Normali, istanbul ve çevresindeki 15 barajdan heribirinin şebeke sularıyla, memba sularının herbiri için, radyoaktivite ölçümlerinin yapılması ve bir listede ölçü sonuçlarının ayrı ayrı gösterilerek halkın bilgilendirilmesidir.
5.      Kuşkusuz geniş coğrafyalı ülkemizde, genellikle bir çok suyun içilmesinde rayoaktivite yönünden bir sakınca olmayabilir. Ancak kapsamlı ölçümlerle gerçek durumu, özellikle radyoaktif maddelerin yoğun bulunduğu bölgelerdeki topraklardan, kayaçlardan çıkarılan sularda (örneğin uranyum cevherinin bulunduğu Manisa Köprübaşında, toryumun yoğun bulunduğu Sivrihisar yöresindeki topraklarda, ayrıca kristalin kayaların bulunduğu yerlerde açılan kuyularda) ayrıntılı araştırmalarla, ortaya koymanın doğru yol olacağı da açıktır. Öte yandan her yerleşim yerinde, Sağlık Müdürlükleri içilen suların bir listesini yapmalı ve  bu sulardaki radyoaktivitenin ölçümlerle belirlenmesi sonucu yüksek değerler bulunduğunda, igili sular için daha ayrıntılı uranyum, radon, polonyum 210, kurşun 212 gibi izotoplar da ölçülmeli ve gerekiyorsa önlemler alınmalıdır. Türkiye genelindeki çok sayıdaki bu çeşit ölçümlerin de ancak bölge laboratuvarlarıyla üstesinden gelinebileceği açıktır.
6.      Vücudun etkilendiği yıllık ortalama doğal radyasyon dozunun yaklaşık olarak yarısının, evlerin havasındaki doğal radon gazının solunmasından kaynaklandığı biliniyor. Radon gazı binaların tabanlarındaki çatlaklardan ve boru kanallarından evlere giriyor. Havadan daha ağır olan radon, özellikle sık havalandırılmayan evlerin kiler ve alt katlarında daha çok bulunuyor. Kentlerdeki binalar 10-40 kata doğru yükselirken yukarı katların havasındaki radonun vücutta oluşan toplam doğal radyasyon dozuna, açık havadakinin üstünde, bir katkısı olmayacağı açık. Bu nedenle evlere radon ölçüm aletleri dağıtılırken, özellikle alt katlara önem verilmeli ve toplam doğal radyasyon dozlarındaki radonun önemli olan katkısı, ortalamalardan gidilerek değil de, kentlerdeki genel nüfusun alt katlarda mı yoksa daha çok üst katlarda mı? yaşadıkları gözönüne alınarak yeniden değerlendirilmelidir. Buradan, - toplam doğal radyasyon dozunun yarısı radondan kaynaklanıyor varsayımının her kişi ve yerleşim yeri için geçerli olamayacağı, kişilerin oturdukları evlere göre radonun katkısının değişeceği görülüyor.
7.      Sularda erimiş olarak bulunan radonun, solunumla alınan radon dozuna oranla vücutta önemli bir doz oluşturmayacağı, toplantıda, sorgulandı. Özellikle pek havalandırılmayan binaların alt katlarının havasındaki radon derişiminin, yüzeysel sulardaki radon derişimiyle  karşılaştırıldığında doğru olan bu açıklama, radon derişimi yüksek olan suları içenler için geçerli değil. Örneğin, Uluslararası Radyasyondan Korunma Kurulu (UNSCEAR) verilerine göre bazı derin kuyularda 50.000 Bq’e varan radon radyoaktivitesi ölçülmüştür (Bkz. /4/Çizelge).  Bu gibi yüksek radon derişimli kuyu sularının ülkemizde de bulunabileceği düşünülmeli ve buralarda bu sulardan günde ne miktarda içilmekte olduğu araştırılmalıdır. Suda erimiş radonun uçuculuğu nedeniyle, içilen suda radon çok azalsa dahi, radonun suda geride bıraktığı ağır metallerden oluşan bozunma ürünlerinin bu suyu içenlerin vücutlarına etkili olabileceği gerçeğini de unutmamak gerekir. Bu nedenle radyasyon fiziğinde genellemeyle değil, ilgili yerleşim yerindeki gerçek durum, ölçümlerle ve yüksek radon derişimli sudan günde ne kadar içildiğinin (sorgulamalarla) belirlenmesiyle değerlendirilmeli, doz ve risk hesaplarının da buna göre  yapılması doğru yoldur.  
8.      Damacana ve şişe sularının doldurulduğu tesislerde, işletme ruhsatı alınırken sadece tek bir radyoaktivite ölçümü yapılıyor ve bu değer sınır değerlerin (parametre ya da gösterge değerlerinin) altındaysa işletme izni veriliyor. Ancak ileride örneğin bir kaç periyodik ölçümlerle başlangıç değerinin denetiminin yapıldığıyla/yapılacağıyla ilgili herhangi bir açıklamaya rastlanmıyor. Özellikle derin kuyular açılarak çıkarılan sularda,  doğal radyoaktivite değerlerinde, genellikle büyük değişimler beklenmemesine rağmen, bu suların zamanla başka sularla karıştırılıp karıştırılmadığının belirlenmesi, denetim ölçümlerinin yapılması ve ilk değer pek değişmiyorsa, periyodik ölçümlerin gerekmediğinin kanıtlanması yararlı olur.
9.      Özellikle, uranyum, toryum derişimi yüksek olan toprak ve kayaçlarda açılan kuyuların  önemi açıktır. Genellikle halkın içtiği musluk ve kuyu suları için buralarda periyodik ölçümler  önemlidir. Köylerde, küçük yerleşim yerlerindeki bu çeşit sularda ilk radyoaktivite ölçümlerin bile yapıldığı bilinemiyor. Ayrıca  göl ve ırmak sularına, laboratuvar ve hastanelerdeki radyoaktiviteli sıvı atıklardan, içinde az miktarda da olsa çeşitli zehirli maddelerin ulaşmakta olduğu da kestirilebilir.
10.  Manisa Köprübaşına 1970’li yıllarda MTA’nın açtığı ve hala kapatılmayan!! çukurlarda uranyum cevheri bir süre çıkarılmış, sonradan ekonomik olmayacağı hesaplandığından uranyumun işletilmesinden vazgeçilmiştir. Bu bölgede aradan geçen 45 yıl boyunca, oradaki yöre insanın, o bölgede yetişen besin maddelerinden ve evlerin yapımında kullanılan uranyumlu taş ve topraktan etkilenip etkilenmediklerini ortaya koyacak radyasyon dozları ve riskleriyle ilgili bir araştırma yaptığına TAEK internet sayfalarında rastlanmıyor. Bu bölgede Elazığ Üniversitesi, örnek bir bilimsel araştırma yaparak, toprak, su ve besinlerde uranyum miktarını laboratuvarlarda ölçtürmüştür /5/. Ancak bu kapsamlı bilimsel çalışma yukarıda belirtilen radyasyon doz ve risk araştırmalarıyla sürdürülmelidir.
11.  Ülkemizde hala yıllık doğal radyasyon doz değeri olarak kişi başına 2,4 mSv’lik dünya ortalaması kullanılıyor. Bir kişinin bir yıl boyunca doğal radyasyondan alabileceği ortalama doz değerleri, ülke ve bölgelere göre 1 ile 10 mSv arasında büyük değişim gösterebiliiyor. Bu nedenle ülkemizdeki her bir ‚ana bölge‘ için sadece, radyasyon detektörleriyle ölçülen dozhızından hesaplanan ‚dış radyasyondan oluşan‘ yıllık doz değil, halkın yemek yeme alışkanlıklarına göre yapılacak araştırmalarla besin maddelerindeki radyoaktiviteden kaynaklanan dozlar da hesaba katılmalıdır. Vücudun dışından ve içinden aldığı radyasyon dozlarına, solunumla alınan radon ile o bölgedeki ortalama kozmik ışın dozları da ölçülerek eklenmeli, yıllık toplam doğal radyasyon dozu herbir bölge için, ilgili uzmanlardan oluşan, grup çalışmalarıyla değerlendirilerek hesaplanmalıdır (Bkz./4/,  Sf.20, USCEAR değerleri).
12.  Sonuç olarak, Almanya’nın iki katından büyük ülkemizde binlerce çeşit sulardaki radyoaktivite ölçümlerinin, merkezden tek kurum tarafından yapılabileceği beklenmemeli. Özellikle radyoaktivitesi yüksek topraklardaki sularda,(3-4 pilot bölge seçilerek),  bilimsel araştırmaların, ilgili bölge üniversitelerinin, sağlık bakanlıklarının ve hatta belediyelerin katkısıyla, TAEK öncülüğünde TÜBİTAK projeleriyle başlatılması ve bu projelerde ilgili bilim dallarından araştırmacıların katkıda bulunarak ‚grup çalışmaları‘ yapmalarıyla gerçeğe daha yakın, bilgiler elde edilebilir. Benzer araştırma ve ölçümler, sadece sularda değil, radyoaktivitesi yüksek bölgelerdeki toprakta ve besin maddelerinde yapıldığında, yöre halkının yemek yeme alışkanlıkları da göz önüne alınarak, bölgedeki halkın almakta olduğu radyasyon dozu ve riski hesaplanabilecektir. Ancak böylelikle halk sağlığı için temel veriler oluşturulmuş ve herhangi bir önlem alınıp alınmayacağı ortaya çıkacaktır.
13.  TAEK’nın, yurt düzeyinde bölgesel/yöresel yapılacak binlerce radyasyon ve radyoaktivite ölçümlerini ilgili bölgelerde kurulacak üniversite laboratuvarlarına bırakması, onlara danışmanlık sunması ve kendi laboratuvarlarında da yapacağı kontrol ölçümleriyle yurt düzeyindeki ölçümleri denetlemesi ve değerlendirmesi önerilir.
14.  Yukardaki açıklamaların ve önerilerin gerçekleştirilebilmesi için ise, başta TAEK yasası olmak üzere ilgili yasa ve yönetmeliklerin de bunlarla uyumlu olarak düzenlenmesi gerekir.

Yüksel Atakan
Dr.Radyasyon Fizikçisi
Almanya

Kaynaklar
/1/ Sempozyum Sonuç Bildirgesi (Prof.Salih Emri, Dr.Eşref Atabey) www.mesothelioma-tr.org
/2/ Türkiye  Çevresel Radyasyon Atlası (TAEK)
http://www.taek.gov.tr/radyasyon-izleme/turkiye-cevresel-radyasyon-atlasi.html
/3/  İnsani amaclı içme ve kullanma sularıyla ilgili 25730 sayılı yönetmelik ve bunun 2013 yılında
değiştirildiği 28580 nolu yönetmelik ekindeki radyoaktiviteyle ilgili çizelgeye bkz.‚
/4/ Radyasyon ve Sağlığımız? kitabı, Y.Atakan, Nobel Yayınları 2014 (USCEAR, WHO, IPA ve
BfS değerleri Sayfa 20, 76 bkz.)
/5/ Köprübaşıı (Manisa) Uranyum Sahası ve çevresel etkileri Köprübaşı (Manisa)
Prof. Dr. Ahmet ŞAŞMAZ – Fırat Üniv. Müh. Fak. Jeoloji Müh. Böl.-Elazığ
Tıbbi jeoloji ve daha önceki sempozyumla ilgili kitaplar:
- Tıbbi Jeoloji kitabı E.Atabey, 2005, TMMOB Jeoloji Müh.Odası yayınları
- Tıbbi Jeoloji kitabı E.Atabey, 2008, MTA yayınları

(*) İstanbul’da içilebilen sular:
İstanbul'da şehir suyu olarak kullanılan Terkos Gölü suyu, Kırkçeşme Suyu; Elmalı, Ömerli, Alibey, Darlık, Sazlıdere ve İsaköy barajlarının suları, içilebilecek niteliktedir (Toplam 15 barajdan kente su veriliyor)
Ayrıca üstün nitelikte ünlü içme suları şunlardır: 
Kağıthane ve Kemerburgaz'daki kaynaklardan sağlanan Hamidiye Suyu, Ayazağa'da Dertlipınar Suyu, Baltalimanı'nda Kanlıkavak Suyu, Sarıyer'de Çırçır Suyu, Kestane Suyu, Hünkör Suyu, Tomruk Suyu, Büyükdere'de Sultan Suyu, Kocataş Suyu, Kireçburnu'nda Kefeli Suyu, Alibeyköy'ünde Kese Suyu Rumeli yakasındadır. 
Anadolu yakasında, Alemdağ'daki kaynaklardan sağlanan Taşdelen Suyu, Sırmakeş Suyu, Defneli Suyu, Göztepe Suyu, 
Alemdağ Suyu, Mütevelli Suyu, Çubuklu'da Çubuklu Suyu, Beykoz'da Karakulak Suyu, Kadıköy çeşmelerinden akıtılan Kayışdağı Suyu, Büyük Çamlıca'da Tomruk Suyu, Acıbadem'de Küçük Çamlıca Suyu, Yakacık'ta Ayazma Suyu ve Şeker Suyu üstün nitelikli kaynak sularıdır.
Not: Halkın 2/3’nün şebeke suyu içmediği bir anketle ortaya konulmuştur (Diğer yazımıza bkz.)
Aşağıdaki Çizelge: Sulardaki radon ölçüm değerleri (UNSCEAR, /4/)

Aşağıdaki şekil 1‘de Almanya içme sularındaki uranyum analiz sonuçları yer alıyor/1/


Aşağıdaki Şekil 2’de İstanbul ve çevresindeki sulardaki radyoaktivite (TAEK)/2/



Aşağıdaki Şekil 3’de Türkiye genelinde, içme ve kullanma sularındaki radyoaktivite dağılımı
(Toplam Alfa radyoaktivitesi, TAEK)

Aşağıdaki Şekil 4: Türkiye Radon Haritası / Evlerin havasındaki radon derişimi (Bq/m3)
/TAEK Nilgün Çelebi et al.)




Aşağıdaki Şekil 5: Almanya genelinde yapılan radyasyon ve radyoaktivite ölçümlerinin 1800 noktadaki sıklığı gösteriliyor (Her noktada dış radyasyon ölçümünün yanı sıra toprak, su ve bitki örnekleri de alınarak laboratuvarlarda çeşitli radyonüklidler belirli aralıklarla ölçülüyor ve sonuçları sürekli yayımlanıyor)

3 Ocak 2016 Pazar

Rusya krizi sürerken Akkuyu nükleer santralinin geleceği_Yüksel ATAKAN genişletilmiş yazısı


Akkuyu’da yapımına başlanan, her biri 1200 MegaWatt (MW) elekt- riksel gücünde 4 reaktörlü Nükleer Güç Santralının (NGS) Rusya tarafından ku- rulması ve 60 yıl işletilmesi amacıyla, Haziran 2010’da Rusya ile yapılan an- laşma, 21 Temmuz 2010’da TBMM’de onaylanarak yasalaştı (Ayrıntılar için bkz.1, 2). Anlaşma, Rusya Federasyonu’nca 24 Kasım 2010’da onaylandıktan sonra, Rus tarafı reaktörleri kurmak ve ileride devreden çıkarmak (sökmek) için Akku- yu Nükleer Güç Elektrik Üretim A.Ş.’ni (APC) kurdu.

Bu arada, genişletilmiş ÇED raporu ya- yımlanmış ve liman inşaatına başlanmış olmakla birlikte santralin temeli, aradan geçen 5 yıla rağmen atılamamıştır.

Akkuyu nükleer santralinin yapım ve işletme giderlerini anlaşmaya göre (‘yap, işlet ve bize elektrik sat’ modeli) tümüyle Rus şirketi üstlenecek ve ile- ride santralin sahibi olacaktır, santral Türkiye’ye devredilmeyecektir. Bu ne- denle hükümet, Akkuyu Nükleer Güç Santalı’yla (NGS) ilgili olarak bütçesinde herhangi bir para ayırmamıştır. Medya- da yer alan haberlere göre Rus şirketi, bugüne kadar Akkuyu NGS’yla ilgili ola- rak 3 milyar dolar harcamıştır.

Enerji Magazin’in internetteki 4 Ara- lık 2015 günkü sayfasında, “Rusya Eko- nomi ve Gelişim Bakanı Aleksey Ulyu- kaev, Türk Akımı ve Akkuyu gibi büyük yatırım projelerinin Rus hükümetinin kararıyla dondurulmayacağını, bu pro- jelerin geleceğinin şirketlere bağlı ol- duğunu bildirdi” cümlesi yer alıyor.

“Şirketlere bağlı olması” söylemin- den ne sonuçlar çıkabilir, biraz irdele- yelim:

Türkiye, Akkuyu’da yapılacak 4 reaktörden ilk ikisinde üretilecek elektriğin % 70’ni, diğer iki reaktörde üretilecek elektriğin % 30’nu satın alma garanti- sini Rus şirketine vermiştir (12,35 ABD dolar-sent/kWh fiyatından). Arta kalan miktarı, Rus şirketi serbest piyasaya satabilecektir. İleride serbest piyasa, arta kalan elektriği sürekli olarak satın almadığında, Rus şirketi fazla elektriği Suriye ve Irak gibi komşu ülkelere ener- ji hatları döşeyerek satmayı tasarlamış olmalıdır. Yoksa maliyeti çok yüksek 4 reaktörlü bir nükleer santralin yapımı- nı, Türkiye 4 reaktörde üretilecek top- lam elektrik miktarını satın almak için bir garanti vermediğinden üstlenmezdi sanırız.

2010 yılında Suriye ve Irak’ta bu- günkü kaos durumu bulunmuyordu. Rusya’yla olan kriz yakın gelecekte at- latılsa bile, güneydeki enerji nakil hat- larına, trafolara yönelik sabotaj tehli- kesi nedeniyle, santrallarda üretilen artakalan elektriğin iletilemeyeceği, satılamayacağı olasılığı düşünüldüğün- de, Rusya’nın, Akkuyu’da 4 reaktörden belki son ikisini yapmama, hatta Akku- yu projesini tümüyle durdurma girişim- lerinde bulunabileceği de göz önüne alınmalıdır.

Kriz sürerse, Rusya’nın önce sant- ralin yapımını yavaşlatarak daha fazla para harcamayacağı (örneğin 2016’da santralin temelinin atılmayacağı) dü- şünülebilir. Kriz süresi uzadıkça Akkuyu nükleer santralinin yapımı da uzayaca- ğından, giderler de gitgide artacaktır. İleride santral yapılıp öngörüldüğü gibi devreye sokulamazsa, hatta yapımı çeşitli gerekçelerle (örneğin yargı yo- luyla) engellenirse, Rusya’nın ilerideki büyük kayıplarının yanında bugüne ka- dar harcadığı 3 milyar dolar çok az ka- lacağından, Rusya, bugünkü kaybı göze alabilir ve santral yapımını durdurma yoluna gidebilir (zararın neresinden dönülse kârdır mantığıyla). Bunun ilk işaretini, son günlerde medyada yer alan, Akkuyu için yetiştirilen Türk öğ- rencilerinin yaka paça Rusya’dan atıldığı haberi veriyor.

Unutmamak gerekir ki bir nükleer santral, bir otomobil fabrikası gibi işleti- lemiyor. Nükleer santralin ileride sorun- suz işletilmesi, ancak iki ülkenin dost- luğuyla, nükleer santrali işletecek per- sonelin Rusya’da eğitilmesiyle, ‘on the job training’ ile deneyim kazanmasıyla, Rusya’dan gerektiğinde ilgili uzmanların çabucak getirilebilmesiyle, nükleer yakı- tın ve radyoaktif atıkların güvenli olarak taşınması ve depolanmasıyla ve ortaya çıkabilecek çok çeşitli sorunlara birlikte, karşılıklı anlayış içinde çözümlerin aran- masıyla sürebilir. Kısaca, “yap, işlet ve bize elektrik sat modeli” ancak iki ülke dost olduğu sürece uygulanabilir. Yoksa ağır aksak, engellemelerle, kesintilerle ilerler ki, bunun iki tarafa da bir yararı olmayacağı açık.



Akkuyu nükleer santral anlaşması bozulursa ne olur?


İşin hukuki yanını, anlaşmayı ince- leyecek hukukçular açıklayabilirler. Biz işin tekniğine bakarsak, hükümet ya bütçeden para ayırıp başka bir şirkete modern bir nükleer santralı Akkuyu’da yaptırtabilir ya da yine aynı ‘yap işlet modeline’ göre bulunabilirse başka bir şirket devreye girebilir. Ancak sanırız bu ikincisine, büyük zarar etme riski nedeniyle teklif verebilecek şirket bu- labilmek kolay olmayacaktır. 2010 ön- cesi, Batılı şirketler yap işlet modelinde büyük zarar etme riski gördüklerinden tekliflerini geri çekmişler, sadece Rusya ile anlaşma yapılabilmişti.




Rus şirketi, Akkuyu NGS işletildiğinde çok kâr edeceği için mi, santral yapımından vazgeçemeyecek?



Bugüne kadar Batılı şirketlerin kur- dukları NGS’lardan elde edilen dene- yimlerin ortaya çıkardığı şu sonucu önceden açıklamak yararlı olabilir: Bir nükleer santralin yapım süresi ve mal oluş fiyatı ancak bittiği ve elektrik üre- timine başladığı zaman belli olur, önce- den gerçekçi olarak hesaplanamaz.

Akkuyu’daki 4 nükleer reaktörlü sant- ral ileride işletildiğinde, ilk 15 yılda, Rus şirketinin elektrik satımından 70 milyar dolar gelir elde edeceği ve bu kârlı işten kolayca vazgeçemeyeceği söyleniyor. (3) “70 milyar dolar gelir elde etme” yanlış olarak “büyük kâr” şeklinde sunulup al- gılandığından durumu açıklayalım:

Önce şunu belirtelim: 70 milyar do- lar hesaplanırken, elektrik üretiminde, santralin veriminin (ya da kapasite kul- lanım oranının) % 90 olacağı öngörül- müş olmalıdır. Yani 4 reaktörün sadece

% 10’luk fireyle 15 yıl boyunca her an şebekeye elektrik vereceği varsayılıyor ki bu yaklaşım hiç gerçekçi değildir. He- saplama, 15 yıl için 4 reaktörün toplam 4800 MW ve % 75 verimle çalışabileceği varsayılarak üretilecek elektriğin 0,1235 usd/kWh fiyatından satımı için yapılırsa, daha doğru “ortalama bir değer” bulunabilir ama bunun bile iyi bir yaklaşım olduğu söylenemez ve bu coğrafyadaki koşullarda % 75 verimin de çok altında kalınacağını öngörmek daha gerçekçi olur:

4 x 1200 MW x 15 yıl x 8760 saat/yıl x 0,75 verim x 0,1235 usd/kWh x 1000kW/ MW = 58,420 milyar usd. Bu nedenle elektrik satılarak, 15 yılda bu gelire ula- şılması bile gerçekçi değildir. (*)

Akkuyu’daki ilk reaktörün temeli 5 yılda atılamadığına göre, bunun, yapım süresi sonunda elektrik üretebilmesi için, daha 5-10 yıl geçeceği öngörülme- lidir, o da kriz yakında atlatılır, her şey normal yürür ve yargı yoluyla vb. engel- lemeler olmaz ise. Bu çeşit ertelemeler ileride diğer 3 reaktör için de olabilir. Reaktörlerin 10 yılı geçebilecek uzun yapım süreleri boyunca, şirketin, banka- lardan her yıl ortalama 1-2 milyar dolar kredi alacağı, buna her yıl eklenen yeni kredilerle, biriken faizlerle borç yükü- nün ve geri ödeme taksitlerinin gitgide artacağı öngörülmelidir.


Yukarıdaki hesaplamayla ileride biri- keceği kestirilen 58 milyar dolarlık gelire karşın, giderlerin ne olacağına bakmak ve bunları toplam gelirden düşerek şir- ketin kâr mı zarar mı edeceğini kabaca kestirmek, durumu bir miktar açıklığa kavuşturabilir.

Nükleer santralin -normal çalışma durumundaki- giderler için, örnekleri sıralarsak:

Bankalara ödenecek taksitler, nükleer yakıta (uranyum) ve taşınmasına ödene- cek paralar, sigortalar, az, orta ve yüksek radyoaktiviteli katı ve sıvı atıkların önce bir miktar radyoaktivitelerinin azaltılma- sıyla/giderilmesiyle ilgili çalışmalar, daha sonra radyoaktif atıkların gruplandırıla- rak varillerde toplanması, taşınması ve depolanmasıyla ilgili giderler, kullanılmış yakıt elemanlarının Rusya’ya taşınma- sı sırasındaki önlemlerle ilgili giderler, her yıl santralda yapılması zorunlu olan bakım, onarım giderleri, santralin işletil- mesiyle ilgili personel, araç, gereç ve di- ğer çok çeşitli giderler, vergiler ve ileride santralin sökümü için ayrılması zorunlu olacak paranın biriktirilmesi. Önceden tam olarak hesaplanamayan 15 yılda oluşacak yukarıdaki giderlerin toplamı,

58 milyar dolar olarak varsayılan ileri- deki toplam gelirden düşüldüğünde ise, şirketin kâr değil zarar etme olasılığı hiç de az değildir.

Kaldı ki tüm bu giderler, santralin normal çalışmasıyla ilgilidir. Büyük bir kaza durumunda ise ortaya çıkacak gi- derlerin devasa büyüklüğünü kestirebil- mek olası değildir.

Batılı şirketler büyük risk içeren bu durumu gördüklerinden, “yap işlet ve bize elektrik sat” modelini kabul et- mediler ve Akkuyu için tekliflerini geri çektiler.

Bu nedenlerle sonuç olarak, Rus şir- keti, ileride oluşacak tüm bu giderlerin, kriz ve güneydeki kaos ya da belirsizlik ortamında artacağını hesaplayarak, bu- günkü krizden yararlanıp, Akkuyu proje- sinden çekilme yollarını arayabilir.



Hükümet bütçeden para ayırıp Akkuyu santralini kurdurabilir mi?

Hükümetin bütçeden para ayırarak Akkuyu’da modern bir nükleer santrali başka bir şirkete yaptırabilme yolu ise bütçeyi alt üst edeceğinden eskiden Ecevit döneminde olduğu gibi, hüküme- tin Akkuyu’dan vazgeçmesiyle sonuçlanabilir. 4 reaktörlü modern bir nükleer santral için 20-30 milyar dolar, zamanla gelişecek teknolojilerin eklenen yaptı- rımlarıyla (Finlandiya örneğinde olduğu gibi, 2), az bile gelebilir. Kaldı ki, 4 re- aktörlü bir santraldan sağlanabilecek elektrik, Türkiye’nin toplam elektrik gereksiniminin % 10’nu bile karşılaya- mıyor. Çok daha fazla sayıda santral ya- pılması için ise ya hükümetin bütçede 10 yıl boyunca toplam 100-200 milyar dolar ayırması ya da bu yatırımı yapacak şirketler bulması gerekiyor ki bunun da hiç kolay olmadığını geçmiş deneyimler (tek bir reaktör ısmarlanması durumun- da bile) gösteriyor.


Sinop nükleer santral projesi de etkilenir mi?

Öte yandan, Rusya krizi ve güneyi- mizdeki kaos devam ettiği sürece ‘yap, işlet modeliyle’ Mitsubishi ve Areva’nın Sinop’ta birlikte % 51 ve bir Türk şirke- tinin (EÜAŞ) de % 49 hisseyle yapmayı planladıkları 4 reaktörlü nükleer santral için de bu şirketlerin yatırım yapmaya istekli olmayacakları ya da projeyi epey erteleyecekleri kestirilebilir. Sinop NGS anlaşması için bkz. (4)


Yenilenebilir enerjilerde durum ve sonuç

Nükleer santraller öngörüldüğü gibi kurulamazsa ve hatta kurulsalar bile, yenilenebilir enerjilerle elektrik üreti- mine hız verilmesinin -enerji üretim yel- pazesindeki bir boşluğu dolduracağın- dan- yerinde olacağı açıktır. Ancak, gü- neş ve rüzgâr enerjileri yakın gelecekte çok artırılsa bile (bugün toplam elektrik üretiminin % 3’ünden de daha az), bun- lardan sağlanacak elektrik miktarının, doğal gaz ve kömürlü santrallerin üret- tikleri elektrik miktarına ulaşmaları, ne yazık ki, beklenemez. Örneğin 500 MWe

’lık bir kömür santralından alınan elekt-

riği karşılayabilmek için kabaca 100 adetten fazla rüzgâr santralı gerekiyor ve bunların yıllık verimi ( kapasite kulla- nım oranı) % 20’nin altında (Almanya’da ortalama olarak % 16), kömürlüler % 60, nükleer santraller % 75 verimlilikte). Ay- rıca yenilenebilir enerji santralleri için elektrik şebekesinin de yenilenmesi ge- rekiyor (Ayrıntılı açıklamalar için bkz 2,

5). Güneşin geceleri ve rüzgârın da her zaman bulunmaması, elektrik enerjisi- nin büyük miktarda depolanamaması nedenleriyle, güneş ve rüzgâr enerjileri, taban enerji gereksinimini karşılamada yetersiz kalacaklarından (fabrikaların çalışması, kentlerin geceleri aydınla- tılması gibi her an gereken elektriğin sağlanması gerektiğinden) yine kömüre ya da başka ülkelerden sağlanabilecek doğal gaza dönülecektir. Bu ise bilindiği gibi artan CO2 sorunu ve küresel ısınma gerekçesiyle frenlenecektir.

Gelecekte, sadece kendi nüfusumuz ve iç pazar için değil, dış satım malları- nın artımı istenen üretimi için de daha fazla elektrik gerekecektir. Artan ve git- gide konforlu (ve savurgan!) yaşayan nüfus için de gerekecek elektriğin nasıl sağlanacağına seçenekler ortaya konularak, karar verilmesi ve bir an önce işe başlanılması gereği açıktır. (2, 5)



(*) Almanya’daki gibi normal koşul- larda çalışan bir nükleer santralde bile, bakım, onarım çalışmaları, bazı arıza- lar ve yenilenebilir kaynaklı elektriğin şebekeye öncelikle beslenmesi zorun- luluğu nedeniyle, nükleer santrallerin zaman zaman durdurulması (by pass’a alınması) sonucu, bir nükleer santral yıl- da ortalama olarak ancak % 75 verim- le çalışabiliyor. Rusya krizinin ne kadar süreceğiyle ilgili belirsizlik ve çevre ül- kelerdeki kaos nedenleriyle, ileride bu % 75 verimin üst sınır olarak görülmesi gerçekçi bir yaklaşım olur ve bu neden- le elektrik satımından elde edilecek 58 milyar dolarlık gelir kestiriminin de üst sınır olarak görülmesi yanlış olmaz.


DİPNOTLAR

1) Akkuyu anlaşması: http://www.resmigazete.gov.tr/

eskiler/2010/10/20101006-6.htm

2) Akkuyu projesiyle ilgili daha önceki ayrıntılı yazılarımız için bkz: Radyasyon ve Sağlığımız kitabı, Y. Atakan, Nobel Yayınları,

2014 http://nobelyayin.com/detay.asp?u=4025

3) Örneğin: CNN Türk Herşey programında Kasım 2015 sonunda yapılan açıklamalar.

4) Sinop anlaşmasıyla ilgili kanun, Resmi Gazete, 14.12.2014

5) Güneş, rüzgâr, nükleer ve kömürden enerji / Elektrik üre- timinde gerçek sorunlar, Y. Atakan, Bilim ve Gelecek, Ekim

2011.







Büyükçekmece Temsilciliğimiz aylık seminerlerine başladı



14 Eylül ayından bu yana etkinliklerini sürdüren Bilim ve Gelecek Büyükçekmece Tem- silciliği, yaz dönemi ve yinelenen genel seçimler nedeniyle ertele- diği bilim seminerlerine yeniden başladı. 12 Aralık 2015 Cumartesi günü yapılan yılın ilk seminerinin konusu “Bilim ve Siyaset”, semi- ner konuşmacısı Sayın Alev Coş kun idi.


Uzun yıllar Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’de yöneticilik, mil- letvekilliği, turizm bakanlığı ya- pan, siyasetçi kimliği yanında Türkiye’de ve ABD’de üniversite- lerde öğretim görevlisi olarak çalı- şan Alev Coşkun, biliminsanı kim- liğiyle de toplum hayatına katkılar yapan saygın bir kişilik. Ayrıca uzun yıllardır tarih çalışmalarıyla da dikkat çekiyor.

Büyükçekmece Temsilcimiz Eğitimci-Yazar Ahmet Doğan top- lantıyı açarken “Aylık bilim toplan- tılarına devam edileceğini, bilim- sel etkinliklerin yanı sıra kolektif çalışmaya da önem verdiklerini” vurguladı.

Seminer Alev Coşkun’un su- numunun ardından katılımcıların soruları ve katkıları ile devam etti. Katılımın oldukça yüksek olduğu seminerin ardından birlikte yeni- len yemekle etkinlik tamamlandı.