Son 40
yıldır hükümetlerin, muhalefetin, nükleer karşıtların ve halkın tutumuyla
Almanya’daki
durumun karşılaştırılması ve öneriler
Bu yazıda,
Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) örneğiyle Türkiye’de bu konudaki
teknik ve politik durum inceleniyor ve Almanya’daki durumla karşılaştırıp
sonuçlar çıkarılıyor. Bu örnek, Türkiye’de ileride yapılması düşünülen diğer
NGS’ler için de genişletilip benzer sonuçlar çıkarılabilir. Yazımız, bu
konudaki ‘olup bitenleri ve bugünkü durumu’, dışarıdan bir gözlemcinin
bakışıyla, olduğu gibi yansıtmaya çalışıyor.
Akkuyu’da herbiri 1200 MW’lık 4 reaktörlü, toplam
4800 MegaWatt gücündeki bir nükleer santralın yapımı bugünkü hükümetçe
kararlaştırılmış ve ilgili sözleşme,
hatta TBMM’nin onayıyla 2010’da yasalaşarak, santralın yapım
hazırlıklarına 2011’de başlanmıştır /1 , 2/.
Akkuyu NGS projesiyle ilgili Türkiye’deki durumun
farklı iki yönden incelenmesi yararlı
olacaktır:
- Hükümetlerin konuya yaklaşımı yönünden durumun
incelenmesi
- Nükleer karşıtların, muhalefetin ve halkın konuya
yaklaşımı yönünden durumun incelenmesi
Akkuyu NGS: Herbiri 1200 MW’lık 4 basınçlı sulu
reaktörünün maket resmi (Akkuyu Şirketi
sayfasından)
Hükümetlerin konuya
yaklaşımı yönünden durumun incelenmesi
Akkuyu’da
bir nükleer santral yapımı Özal hükümetlerinden beri neredeyse son 40 yıldır zaman zaman gündeme
gelmiş olmasına karşın, güvenliği en üst düzeydeki tek reaktörlü modern bir
nükleer santral için, bugünkü fiyatlarla, gerekli olan 8-10 milyar dolarlık (usd) yatırım
bütçeye büyük bir yük getireceğinden bundan vazgeçildiği biliniyor. Türkiye’de 2010’da, su, kömür, doğal gaz ve diğer
kaynaklarla elektrik enerjisi üretimini sağlayan toplam kurulu güç yaklaşık
olarak 50.000 MW’tır. Kasım 2020’de ise kurulu güç yaklaşık olarak 92.000
MW /11/.
1200 MWe
gücünde tek reaktörün toplam kurulu güçteki payı % 1 bile değidir.
Not:
Her ne kadar 1,2 GW (1200 MW) güçteki reaktörün toplam kurulu güçteki payı
hesapla 1,2 GW/90GW= %1,33 bulunursa da, gerçekte bu değer tutturulamaz. Çünkü Akkuyu’daki
4 reaktörün birlikte, yıl boyunca aynı
kapasitede (% 80 verimle) ya da randımanla çalışması beklenemeyeceğinden 1 reaktörün
toplam elektrik üretimine katkısı yılda % 1’ in altında kalacaktır. Bilindiği
gibi, elektrik üretiminde belirleyici olan kurulu güçten çok, o kurulu güç ile
kaç kWh ya da MWh elektrik üretilebileceğidir. Bu durum güneş enerjisi
santrallarıyla nükleer santrallar karşılaştırmasında daha da belirgin görülür /8,
9/. Örneğin, 2018 yılında yaklaşık 88 GW kurulu güçle üretilebilen elektrik miktarı
kuramsal olarak: 88GW x 365gün/yıl x 24h/gün= 771 TWh olması
gerekirken, sadece 305 TWh (TeraWatt Saat) elektrik üretilmiştir. Buradan
çeşitli santrallardan oluşan tüm kurulu güçlerin ortalama kapasitesi ya da
verimi olarak sadece 305/771= % 39,5 dur.
Elektrik
üretimine en azından %10 kadar bir katkı için dahi en az 10 nükleer reaktörün
yapımı gerekir ki bu da 80-100 milyar dolar gibi yüksek bir döviz miktarını
5-10 yıl içinde gerektirecektir. Bu ise, bütçeyi ve dolayısiyle ekonomiyi
altüst edeceğinden, böyle büyük bir yatırımı daha önceki hükümetler gibi
şimdiki hükümetin de yapmak istemediği açıktır. Bu nedenle, önce Özal zamanının
‘yap, işlet, devret’ ve son yılların da da sadece ‘yap, işlet, bize elektrik
sat, maliyetini elektrik satımından çıkar’ şeklindeki modelle, ülkenin
ekonomisini altüst etmeden, yabancı bir şirkete, sanki otomobil fabrikası
kurdurur gibi, bütçeye yük olmayacak, bir nükleer santral kurdurulması yolu
seçilmiştir. Bu çeşit bir modelle, yapılabilecek nükleer santrallar için ise batılı şirketler
yapım ve işletme sırasında riske girip, zarar etmek istemediklerinden ilgi
göstermemişler, proje için teklif vermemişler ya da tekliflerini sonradan geri
çekmişlerdir. Daha sonra 2010 yılında, Akuyu’da herbiri 1200 MW’lık 4 reaktörlü
bir nükleer santral yapımına sadece Rus şirketi ilgi göstererek teklif vermiş
ve bununla ilgili yapılan sözleşme hatta TBMM’den geçirilerek
yasalaştırılmıştır. Böylelikle bugünkü
ve ilerideki hükümetlerin bu yaptırımı ‘yasayla güvenceye alınarak’, nükleer
karşıtların projeyi yargı yoluyla ileride engellemeleri önceden önlenmiştir denilebilir.
Bir nükleer santral yapımı projesiyle ilgili sözleşmesinin yasalaştırılmasının
dünyada bir benzeri var mıdır? bilmiyoruz ama batılı gelişmiş ülkelerde böyle
bir uygulama bulunmuyor. Yasa çıkmadan önce
muhalefetin ve nükleer karşıtların bu yasayı engellemekle ilgili sesleri
ise hiç duyulmamıştır. Bu nedenle nükleer santral yapmakta kararlı olan
hükümetin elini bu yasa iyice
güçlendirmiştir.
Rus şirketi 4 reaktörlü Akkuyu nükleer santralı
için 20 milyar usd yatırım yapacağını 2010’da açıklamıştır. Reaktör başına 5
milyar usd ile ise güvenliği en üst düzeyde olan batıdaki 3.kuşak tipte bir
nükleer santral yapılamayacağı, Finlandiya deneyimiyle, açıktır /3,4/. Çünkü Finlandiya’da yapımı 18 yıldır süren ve
çeşitli sistemleri onaylanmadığından ancak 2022’de işletmeye açılması planlanan
(çok kez ertelemeden sonra) modern bir nükleer santralın 10 milyar usd’yi geçen
maliyeti göz önüne alındığında, benzer güvenlikte bir santralı eğer Rus şirketi
Akkuyu’da kuracak olursa, bu maliyete ek olarak ilerideki işletme giderlerinin
yanı sıra, Türk hükümetinin elektriğin kWsaat fiyatına koyduğu üst sınırı da
hesaba katmak durumunda olduğundan, zarar etmemek için santraldaki sistemleri
Finlandiya’dakinden çok daha ucuza getirmek, kaliteyi ve dolayısıyla santralın
güvenliğini düşürmek zorunda kalacağı, ne yazık ki, beklenir.
Türkiye’deki, yetkili
kurumların, muhalefetin ve nükleer karşıtların uzmanlarının Rus santral
projesini hem teknik hem de mali yönden derinlemesine incelediklerini, Finlandiya’daki yeni nükleer
santralla karşılaştırmalar yaparak aradaki maliyet farkının nereden
kaynaklandığını gösteren bir teknik rapor hazırlandığıyla ilgili, eleştiren
kurumların raporları dahil, hiç bir teknik raporda görmüyoruz. Çünkü santralın
kaça çıkacağı Türkiye’yi değil
Rus şirketini ilgilendirir denebilir. Ancak düşük maliyetle yapılacak santralda
ileride ortaya çıkabilecek kazalardan zarar görecek hem halkımız hem de
santralın çevresi olacak ve ortaya 3.sınıf güvenlikte bir nükleer
santral çıkacaktır. Eğer güvenliği düşük böyle bir santral yapılırsa, bunun
faturasını ilerde olabilecek küçük, büyük kazalarla Türkiye halkı, ne yazık ki,
çok daha fazlasıyla ödeyecektir.
Finlandiya’da
2003’den beri yapımı süren 2009’da bitirileceği planlanan en soldaki
NGS’ın Olkiluoto (Basınçlı sulu) 1600
MWe reaktörlü) görülüyor. Son ertelemeye
göre 2022’de işletmeye açılacağı planlanıyor. Bunun sağındakiler ise işleyen
kaynamalı sulu tipteki reaktörler (herbiri 880 MWe).
Türkiye’de hükümetlerin nükleer santral
yapımını ön görmelerinin önemli bir nedeni, özellikle sanayi için ve akşamları
büyük kentlerde gereken enerji miktarını, elektriksel gücü ve verimi
yenilenebilir enerjilere oranla, çok daha yüksek nükleer santrallarla bir
çırpıda kapatma planı olsa gerekir. Akkuyu’da 4 reaktörlü toplam 4800 MW kurulu
güçlü bir NGS’nın gece gündüz yıl boyunca % 80 verimle sağlayacağı 4800 MW’lık
elektriksel güç (4800x0,80=3840 MW), ancak Türkiye’de 2020’de bulunan en büyük
güçteki 50 MW’lık güneş santralının yıllık en yüksek verimi olan 0,18 gözönüne
alındığında : 3840 MW/ 50 MW x 0,18= 426 adet güneş enerjisi santrallarıyla
sağlanabilir /5,7/ . Güneşi az Almanya’da 2011 yılında bu verim sadece % 9-11
kadardır. Geceleri güneş enerjisinden ve rüzgarsız günlerde de rüzgar
enerjisinden yararlanılamayacağından,
günün belirli saatlerinde büyük enerji gereksinimini karşılamak amacıyla
nükleer ve/veya fosil yakıtlı santralların devreye girmesi zorunlu olmaktadır.
Öte yandan yenilenebilir enerji kaynaklarından, ülke yüzeyindeki çok sayıdaki
noktada üretilen elektrik enerjisinin dağıtımı ve bunların belirli noktalarda
toplanıp özel bilgisayar programlarıyla enerjiye gerek duyulan yerlere
gecikmeden ulaştırılabilmesiyle ilgili yeni elektrik ağlarının (şebekelerinin),
bilgisayarlı sistemlerin kurulması da gerekiyor. Tüm bu projeler ise büyük
çapta teknik çalışmaları ve sonunda büyük yatırımları gerektiriyor. Cari açık
ve bütçe dengesiyle uğraşan hükümetlerin milyarlarca doları bulacak
yenilenebilir enerjiyle ilgili yatırımları neden ön görmediği buradan
anlaşılabilir. Kuşkusuz, yenilenebilir güneş ve rüzgar enerjilerine önem
verilmeli, ilgili santrallar artırılmalı ve gerekli yatırımlar yapılmalı,
bunlarla enerji üretimine önemli bir katkı sağlanmalıdır. Ancak bunlar yapılsa
bile sanayinin ve geceleri kentlerin büyük enerji gereksinimlerinin, güneş ve
rüzgar enerjisiyle kapatılamayacağı gerçeğini de görmek gerekiyor. Örneğin
Almanya’da nükleer santralların kapatılmasından doğan açık, yenilenebilir
enerjilerle kapatılamayacağından herbiri 1000 MW dolayında bir dizi yeni kömür
santrallarının planlanmasına ve yapımına
başlanmıştır. Bunların ise filtrasyona rağmen çevreye bacadan saldığı ağır metaller
ve kömür tozundaki (sonunda, kurumdaki) radyoaktif maddelerin insan sağlığına
zararlı olmasının yanı sıra salınan CO2
‘den de iklimin olumsuz etkilendiği biliniyor.İleride Almanya’da (2035) kömür
santralları da kapatılınca, enerji eksikliği doğduğunda, Almanya’nın AB
elektrik şebekesinden elektrik çekmesi, bunun ise başta Fransa’dan kaynaklanan
nükleer santral kaynaklı elektrik olması açıktır.
Nükleer
karşıtların, muhalefetin ve halkın konuya yaklaşımı yönünden durumun incelenmesi
Türkiye’deki nükleer karşıtlar, Nükleer
Karşıtlar Platformu (NKP) adıyla çeşitli
aktivitelerde bulunuyorlar. Bu platformu destekleyen sayıları 100’ ü geçen, dernek,
mühendislik odaları ve sivil toplum kuruluşları olduğu medyadaki haberlerden
kestirilebilir . NKP’nin zaman zaman nükleer santrallara karşı toplantılar,
sempozyumlar, gösteriler yaptığını kendi yayınlarından ve medyadan öğreniyoruz.
Medya haberlerinden görebildiğimiz kadarıyla, toplantıları, daha çok kendi
katılımcılarıyla ve ilgi duyan az sayıda kişilerle yapılıyor. Gösterilerinde
kuşkusuz daha çok kişi bulunuyor ve imza kampanyalarıyla 10 bin kişinin
desteğini de sağladıklarını açıklıyorlar. Ancak tüm bu çalışmaları, uğraşları,
nükleer enerjiye karşı görünen gazetelerde bile manşete çıkamıyor, orta ya da
son sayfalarda resimli haberler olarak yayımlanıyor. Çok izlenen TV
programlarında da nükleer karşıtların aktiviteleri pek yer bulamıyor.
Muhalefet partilerinin gündeminde ise
nükleer enerjiye pek rastlanmıyor. Sadece, Akkuyu sözleşmesi TBMM’de
yasalaştıktan sonra, CHP’nin Anayasa
Mahkemesine başvurduğunu, yasanın iptalini istediğini ve Anayasa Mahkemesinin
de bunu 31 Mayıs 2012 günü reddettiğini medyadan öğreniyoruz.
Halkın büyük çoğunluğunun gazete bile
okumadığı, gazetlerin trajlarının bu nedenle batı dünyasına oranla çok
aşağılarda kaldığı bilinirken, diğer teknik konularda olduğu gibi, nükleer
enerji konusunda da halkın büyük bir bölümününden kitlesel bir katkı beklenemez
ki zaten bugüne kadar bu, gerçekleşmedi.
Almanya’daki
durumla karşılaştırma
Almanya’da ortalama öğrenim ve yaşam
düzeyi yüksek olan halk, sivil toplum örgütlerinin öncülüğünde son YY’ dır
nükleer santrallara karşı çok çeşitli ve büyük katılımlarla toplantılar,
gösteriler yaptı. Son 40 yıldır,
yeşiller partisi ‘Atom Enerjisine Hayır’ kampanyalarıyla, ülke çapında
yüzbinlerin katılımıyla halk, örneğin el ele tutuşarak 100 km’yi aşan kuyruklar
oluşturdu. TV’de açık oturumlarla, söyleşilerle nükleer enerji konusunda halk
bilgilendirildi. Nükleer enerji karşıtları, diğer partilerde ve sivil kuruluş
örgütlerinde çığ gibi büyüdü ve sonunda Mart 2011’ deki Fukuşima
reaktörlerindeki patlamaların TV’lerdeki görüntüleri nükleer enerjiye karşı
görüşleri ateşledi. Büyük oy kaybedeceğini anlayan fizik doktoralı Sn. Merkel –
nükleer enerji konusunda yanılmışım! diyerek 180 derece dönüşle nükleer enerjiden
çıkılacağını kazadan sonra halka duyurdu. Aslında Almanya’daki nükleer
santrallar dünyanın en güvenli santrallarıydı, nükleer santralların
çalıştırıldığı son 50 yıldır çevreyi,
insanları etkileyen önemli bir kaza da Almanya’da olmamıştı. Fukuşima’daki gibi bir Tsunami de
beklenmiyordu ve reaktörlerin dizelle çalışan ivedi soğutma sistemleri çok daha
farklı projelendirilip uygun yerlere yerleştirilmişlerdi. Fukuşima kazası
olmasaydı Almanya’daki nükleer santralların işletme süreleri daha da uzatılacaktı.
Kısacası Almanya’da nükleer enerjiye karşı olanların sayısının çığ gibi
büyümesi sonucu, nükleer santralların durdurulmasını, oy kaybedeceklerini
açıkça gören partiler ve politikacılar kabul etmek zorunda kalmışlardır. Benzer bir durum ise Türkiye’de yoktur.
Sonuç
ve öneriler
Türkiye’de nükleer santrallara karşı,
Almanya’daki yeşiller partisi gibi zaman zaman % 20 oy potansiyelini aşan bir
parti Türkiye’de bulunmuyor. Almanya’daki durumun aksine, Türkiye’de nükleer
santrallara karşı tabandan gelen ve büyük halk kitlelerini harekete geçiren bir
direniş olmadığı gibi böyle bir direniş tavanda da, özellikle muhalefet partilerinde,
sivil toplum kuruluşlarında da bulunmuyor.
Zaman
zaman nükleer karşıtların sınırlı etkinlikleriyle, nükleer santral yapımını
Türkiye’de durdurmayı ummak, bu nedenlerle, gerçekçi değildir.
Bu
durumda, tüm sivil kuruluş örgütlerine, muhalefet partilerine önerimiz, Anayasa
Mahkemesinin de uygun gördüğü yasayla, yapımı artık kesinleşen ve yapımına
başlanan Akkuyu nükleer santralını durdurmakla ilgili bizce boşa harcanacak
çaba yerine, artık çevreyi ve halkı koruyucu yönde çaba gösterilerek güvenliği
en üst düzeydeki bir nükleer santral yapımına katkıda bulunulmalı, güvenli
sistemlerin kurulmasının ve kalite kontrollarının yapılmasının /4,5,6,7/
kamuoyuna ve yetkililere sürekli duyurulmasıdır, vakit daha çok geçmeden. Kalitesi düşük ve kazalara yol açabilecek bir
nükleer santral yapılıp işletildiğinde, bundan ileride zarar görecek olanlar,
ummak istemediğimiz kazanın büyüklüğüne göre, ülkenin büyük bir bölümünde
yaşayan insanlarımız ve doğamız olacaktır. Bu nedenle yapımına başlanan Akkuyu
nükleer santralının güvenliğinin en üst düzeyde olabilmesi için başta
denetleyici kurum olan Nükleer Enerji Düzenleme Kurumu (NDK)’nun /10/, Enerji
ve Tabii Kaynaklar, Çevre Bakanlığının, muhalefet
partilerinin, üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının bu konuda gereken
duyarlığı göstererek, en üst düzeyde güvenliği sağlanacak olan bir NGS yapılması ve işletilmesi için katkıda bulunmaları beklenir.
...............................
Kaynaklar
/1/ Akkuyu Nükleer Santralının yapımıyla ilgili 29.06.2010 tarihli
kanun tasarısı (TBMM”nin onay tarihi: 21.07.2010 Rusya ile yapılan anlaşma
/2/
Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) Projesi, Çevresel Etki Değerlendirme Dosyası
(ÇED Raporu) Worley Parsons ve Dokay Şirketleri, Ankara, 2011
/3/
Finlandiya’daki yeni nükleer santral yapımıyla ilgili IAEA / STUK Raporu: Regulatory and
Modernization Experiences on Finnish NPP I&C-area To be presented at IAEA
23rd TWG-NPPIC Meetingon 24-26 May 2011 in Vienna.
/4/
Akkuyu nükleer santralindeki teknik boşluklar,
Atakan, Y., Bilim ve Gelecek, Ekim ve
Kasım 2013
/5/
Akkuyu nükleer santralı konusunda sorunlar ve öneriler, Atakan, Y., Bilim ve
Gelecek, Kasım 2013
/6/
NGS-KALITEKONTROLU-FMO-ATAKAN.pdf (google.com)
/7/
FMO-NGS-TEKNIK-RAPOR-20151.pdf (google.com)
/8/
ELEKTRIK-SANTRALLARI-ARTIMI-X-atakan-Aralaik-2019.pdf (google.com)
/9/
GUNESTEN-TR-ELEKTRIIK-ARTIMI-FMO-BG-Atakan-20.pdf (google.com)
/10/
https://ndk.org.tr
/11/
EMO - TÜRKİYE ELEKTRİK ENERJİSİ
İSTATİSTİKLERİ
............................................
Yukarıdaki yazıyla ilgili bir görüş ve yanıt
Bir görüş:
Sadece "Santral madem
yapılıyor bari güvenli olsun" demek bence saflık olur. Elbette
güvenli yapıyoruz diyeceklerdir. Daha somut öneriler olsa belki etkisi
olabilir. örneğin muhalefet ve sivil toplum örgütleri IAEA gibi bağımsız
uluslararası uzman kurumların incelemesinde ısrar edebilir.
Yazarın açıklamalı yanıtı:
Kontrol ve onaylama sözleşmeye göre zaten
bizde ve gerekirse IAEA, TÜV gibi bilirkişiler standartları kontrol için
usulen devreye katılabilir. Rus şirketinin, Rus Standartları ve yaptıkları
önceki reaktörleri örnek göstereceği ve bizim yetkililerin de santrallar bir an
önce devreye alınsın diyerek bunu kabul edecekleri beklenir. Zaten
sözleşmeye göre herhangi bir itiraz ya da reddetme hakkımız bulunmuyor.
Ayrıca örneğin IAEA‘ nın bir kaç
ziyaretle yapacağı bu gibi kontrol ve onaylamalarından bir yarar beklenmemeli.
Bir dizi yazı ve ilgili Teknik raporumuzda (FMO )/Bkz 4,5,6,7/ ayrıntılarıyla
açıkladığım gibi, ancak her bir önemli parçanın (reaktör kazanı, boru
hatları, büyük pompa ve vanalar, jeneratörler, hatta dübellerin) fabrikalarında
ve NGS’da kurulduğunda, monte edildiklerinde, yerinde kalite
kontrolları ve testleri ilgili Uluslararası Standartlara göre uzun süreli
olarak yapılabilirse bir işe yarayacakır. Bu durumda bile, kontrollar
olumsuz sonuçlanırsa, belki milyonlarca usd’yi bulacak ilgili parçaların
(örneğin reaktör kazanının) yenilenmesini
ise, Rus şirketinin de bizim hükümetin de
kabul etmesi beklenmemeli. Çünkü bu durumda hem fiyat çok artacak hem de NGS’nın
işletmeye açılması ertelenecek, çok uzun sürecektir (Finlandiya'daki son santral
gibi 20 yılı bile bulabilir, zaten Akkuyu projesine başlanalı 10 yılı geçti !.).
Not: Üniversitelerden, muhalefet
partilerinden, meslek odaları ve diğer sivil toplum kuruluşlarından
oluşabilecek bir uzmanlar kurulunun yapılmakta olan reaktörlerin tekniğini,
güvenilirliğini enine boyuna incelemeleri ve bir teknik rapor yazabilmelerini
ummak gerçekçi değil. Çünkü bunun için böyle bir kurulda görev alacak
kişilerin, reaktörlerin iç yapısının teknolojisinde, Almanya‘daki ‚nükleer TÜV bölümündeki‘
elemanları gibi, bilgi ve deneyim sahibi olan gerçek nükleer uzmanlar gerekir
ki, bunlar zaten bizde bulunmuyor. Ayrıca bu kuruldakilere hem ilgili teknik bilgilerin,
dokümanların önceden verilmesi hem de nükleer sistem parçalarının yapıldığı
ilgili fabrikalarda ve yapılmakta olan NGS’da inceleme yapabilme izninin de verilmesi
gerekir. Tüm bunlar sağlansa dahi ileride fiyat ve süre artımı olabileceğinden, böyle bir kurulun
çalışmasının, sonunda kabul görmeyerek boşa gideceği açıktır. Bizce kaliteli,
güvenli bir NGS için tek çıkar yol yetkililerin devreye katacakları nükleer TÜV
uzmanlarıyla denetimi baştan sona sağlatmaları için çaba göstermeliyiz. Bu
konunun ayrıntıları, öneriler çeşitli yazılarımızda ve yukarıdaki yazımızın
sonunda bulunuyor /4-7/.
……………………………
Halkı
inandır nükleeer santralı yap!
Mersin Akkuyu’da
yapımı planlanan dört nükleer reaktörlü santral için yetkililer, sözleşme
yapılan Rus şirketine “Halkı inandır ve santralı yap!” denebilecek bir
koşul ileri sürmüşler (basından). Nükleer santralların çok çeşitli teknik
özellikleriyle ilgili uzmanlık dallarına yabancı olan çevre halkı ve hatta
sivil toplum kuruluşları, nükleer
santralın ileride hiçbir güvenlik sorunu yaratmayacağına nasıl inandırılacak? Nükleer santralın teknik
yapısını, güvenlik önlemlerini gösteren resimlerin, çizelgelerin ve video
kayıtlarının sergileneceği halka açık toplantılarda yapılacak konuşmalar, soru
ve yanıtlar, çevre halkını inandırmak için yeterli olacak mı? Konuya yabancı
çevre halkına “Hiç kuşkulanmayın, rahat uyuyun, yapacağımız nükleer santral çok
güvenli olacak, 5-7 yıllık yapım ve ileride 40 yıllık işletme süresince buraya
yüzlerce şirket gelecek, sizler ilk sırada olmak üzere binlerce insana iş
olanağı doğacak, çevreniz kalkınacak.” gibi çekici sözler mi söylenecek ve
halkın onayı mı alınacak?
İzlenecek,
alışılmış doğru yol ise, ilgili şirketin yapacağı nükleer santralın projesini
tüm teknolojik özellikleriyle hazırlayıp açıklaması (20-30 kalın klasör) ve
bunun uzmanlar düzeyinde incelenip tartışılması; bilirkişilerin çalıştığı
uluslararası saygın kurumlardan (örneğin IAEA, Almanya’da GRS, TÜV)* projeyle
ilgili teknik değerlendirme raporlarının alınması ve ancak bundan sonra
santralın projesi ve güvenliğinin ölçüsü bilirkişi raporlarıyla desteklenerek
halka sunulmasıdır. Santralı yapacak şirket ön bilgilendirme toplantılarıyla
çevredeki halka ve sivil toplum kuruluşlarına bu yolu izleyeceğini önceden
açıklamalı, santralla ilgili genel bilgi vermelidir. Bu yolun, hükümetin
yapımına kararlı olduğu Akkuyu ve diğer santrallar için izleneceği, Türkiye’de
güvenliği en üst düzeyde ve Finlandiya’da yapımı bitmek üzere olan 3. kuşak
modern nükleer santralların benzerlerinin yaptırılacağı beklenir. Açıklanan CED
raporu (**) bu konuda olumlu bir başlangıç olmakla birlikte bununla
kalınmamalı, yukardaki yol izlenmelidir.
Nükleer santral
yapımına karşı çıkan sivil toplum örgütlerine de önerimiz, hükümet nükleer
santral yaptırmada kararlı olduğuna ve sanırız hiçbir güç ve olay (örneğin
Fukuşima) da hükümeti bu kararından vazgeçiremediğine göre, akıntıya karşı
kürek çekmek yerine, güvenliği düşük düzeydeki santrallara karşı çıkarak, “
Yapılırsa güvenliği en yüksek standartta santral olsun” denilerek, halkı ileride
olabilecek kazalara karşı şimdiden korumaya katkıda bulunmak olmalıdır ve
sağduyu da bunu gerektirir. Yoksa, istenildiği kadar direnilsin, sonunda
güvenliği düşük santrallar kurulmasını eminiz nükleer santral karşıtları
da hiç istemezler ama umarız iş işten geçmiş olmaz!
_____________
(*) IAEA:
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, GRS: Almanya Reaktör Güvenlik Kurumu,
TÜV: Almanya
Teknik Gözetim/Denetim Kurumu (nükleer santrallar bölümü).
(**) CED: Akkuyu
Nükleer Santralı Çevre Etki Değerlendirmesi, Dokay Aralık 2011
Not: 2014 yılında yazılan
yukarıdaki yazılar güncellenerek, bugünkü duruma uyum sağlanmıştIr.
Dr.Yüksel Atakan
Radyasyon Fizikçisi,
ybatakan3@gmail.com
..........................................
BİRİMLER
1 Watt: Elektrik güç birimi olup ‘Enerji aktarım (transfer)
hızını’ gösteriyor
(enerji değil, enerjiyle karıştırılmamalı!).
Güç (W)= Ws/s
Enerji birimi: WattSaniye (Ws) = Güç (Watt) x Saniye (s).
1 WattSaniye (1Ws): 1 saniyede üretilen ya da tüketilen 1
Joule’lük enerji, elektrikte, 1 Ws’dir.
1 Joule: Örneğin 100 gramlık çikolata paketini yerden 1m yukarıya
kaldırmak için gereken enerji.
1 WattSaat (1 Wh) = Güç (Watt) x Saat (h).
1 kWh = 1000 Wh, 1 MWh= 1 Milyon
Wh, 1 GWh= 1 Milyar Wh, 1 TWh= 1 Trilyon Wh= 1 Milyar kWh . Örneğin 1 milyar
100 Watt’lık ampulü 10 saat yakabilmek için 1 milyar kWh’lık enerji gerekecek.