..

..
..

30 Ocak 2019 Çarşamba

SAHTE DERGİLERDE SAHTE MAKALELERİN BASILMASI



HBT sayı 128-7 Eylül 2018’de Reyhan Oksay’ın makalesini ilimle uğraşan herkesin okuması lazım. Sahte makaleler, sahte dergilerde nasıl basılıyor? 10 Ağustos 2018 tarihinde The Guardian gazetesi, sahte bilim üreten dergiler başlığı altında, dünyada belli başlı 5 predatör dergide 175.000 bilimsel (!) makalenin yayınlandığı belirtiliyor. Predatör dergi demek, sahte, para ile makale yazan dergi demek. İnsanlığa, ilme karşı yapılmış en büyük haksızlık, ahlaksızlıktır. İnsanlık adına, ilim adına lanet olsun. 2013 yılından bu yana dünyada 400.000’den fazla –yalnızca Almanya’da 5000- bilim insanının makalesi uyduruk “bilim” dergilerinde yayınlandı. Türkiye’den akademisyenler arasında da bu uyduruk dergilerde sözde bilimsel makaleler var. Hakiki dergilerde makalenizin basılması için bazen 6 ay, bazen 1 sene beklersiniz. Çakma dergilerde birkaç gün içinde makalenizle beraber dergiyi size gönderiyorlar (tabii büyük para karşılığı). Bilimi bir kanser gibi binlerce ve binlerce sahte makale doldurursa bilim ne hale gelir? Her bir vaka için hukukçuların amme davası açması gerekir. Bu ilim nasıl hale gelir, doğruyu nasıl ayırt edeceğiz? İnsanlığa yapılmış en büyük kötülüklerden biri.
En çok adı duyulan sahte bilim platformlarının başında OMICS, IOSR Journal, Science domain ve WASET geliyor. (Turkish World Academy of Science, Engineering and Technology). Alman gazeteci Svea Eckert ve ekibi WASET’in dünyanın dört bir yanında binlerce konferans ilanı yer alıyor. Zaman çizelgesi 2031 yılına kadar uzanıyor, araştırma dergisi 2018 yılı için 183 bilimsel etkinlik düzenlemiş, 58.669 bireysel sunuma yer verilmiş. Dergi 2007’den itibaren faaliyete geçmiş, bundan 2017 yılında 4.1 milyon dolar kazanmış. Bu bilim için bir felakettir.
Alman gazetelerinde çıkan bir habere göre Bayer gibi dev bir ilaç şirketinin gönderdiği makale bile bu tip dergilerde yayınlanmış, üstelik yazarları da şirketin üst düzey görevlileri. (Reyhan Oksay, HBT sayı 128, 7 Eylül 2018). Bu işin bir an önce ele alınıp, cezalandırılıp, kamuya en ince detayı ile açıklanmasını diliyorum.
Doç.Dr.Çetin ERTEK
26.01.2019

CEP TELEFONUNU İŞE GELDİĞİNDE SEKRETERE TESLİM ET



Herkese Bilim Teknoloji dergisinde (sayı 126-24Ağustos 2018) yazar Bayram Ali Eşiyok, “yeni sanayileşme arayışları klasik sanayileşmeden oldukça farklı. Temelinde yüksek teknoloji yoğunluklu sektörlere dayalı bir sanayi var, sanayi 4.0” diyor. İş arayan yeni kuşağa da yazar Ali Akurgal’ın çok önemli tavsiyeleri var. Süper bir aileden, çok değerli Ali Akurgal yakın arkadaşımdır. Gençlerin yazdıklarına çok dikkat ederek, tavsiyelerini birebir tatbik etmelerini yaşamsal önemde bulurum.
Yeni kuşağı çalıştıracak, onlarca iş yaptıracak yöneticiler, yeni kuşağı “yönetmesi zor, ayrıcalık isteyen, bencil, işine odaklanamayan, kafasının dikine giden, tembel olarak niteliyorlar. Bir amaca hizmet eden işte çalışmak istediklerini söylüyorlar, bu sağlandığında bile mutlu olamıyorlar. Bu duruma etken olarak dört etken ileri sürülüyor. Aileleri, teknoloji, sabırsız karakterleri ve ortam. Yetişirken bunlara çok notlar verilmiş, ama hak ettikleri için değil. Hayata atıldıklarında, yetiştirirlirken kendilerine söylenen ve yapılanların “hikaye” den ibaret olduğunu görünce ilk şoku yaşıyorlar” diyor Akurgal. Akurgal ileri teknolojik bir şirketin sahibi. “Ben endüstri 5.0 mantığına göre katı model tasarlayacak makine mühendisleri arıyorum” diyor. Gençlere çalıştıkları yerlerde hiç yardımcı olunmuyor, ben de aynı fikirdeyim. Akurgal, cep telefonunu işe geldiğinde sekretere verecek, işine ve iş arkadaşları ile diyaloğa koyulacak, böylece fikirlerin bir diğerini tetiklemesi ile başarılı tasarımlar ortaya çıkartacak makine mühendisleri varsa bana başvurabilirler diyor Akurgal. Ayrıca ilave ediyor, az sayıda insanla çok başarılı işler yapma hedefi nedeniyle yerler kısıtlıdır, acele edin diyor. Gençlere tavsiye ediyorum “Bu treni sakın kaçırmayın arkadaşlar” Bu öğrenme ve yaratma çağında ne kadar ciddi ve çok çalışırsanız geleceğiniz o kadar parlak olur. Ben doktoramı yaparken 4 sene fizik 3 sene de radyo-kimya ile boğuştum. Dünyaya mektuplar yazdım. 258 mektup yerine 3-5 mektup da yazabilirdim. O zamanlar ilim adamları daha cömerttiler. Çalışmamla ilgili mektubuma hemen cevap gelirdi, posta ile tabii. Büyük bir zarf, yazdığım ilim adamı sorduğum sorulara cevap veren ilmi eserlerin fotokopilerini, ayrı ayrı üzerinde durarak göndermiş. Geçenlerde bir arkadaşım kanla ilgili bir sorusunu 3 ayrı uzmana cepten internetle sordu, 2 hafta bekledi tık yok. Türkiye’de doktora tezleri ucuzladı mı (!) bilmiyorum. Bizim nükleer olsun, makine mühendisliği olsun, bu meslekler konsantrasyon isteyen, dikkatsizliği affetmeyen dallardır. Ciddiyetle, severek ve merak ederek yapılır. İnsanlığa yeni bir şey kazandırabilir miyim? Endişesi her an hatırdan çıkarılmaz.
Doktora tezi, dünyada şimdiye kadar yapılmamış olması şartına sahiptir. Gençler, doktora tezi ilmi hayatınızın belkemiğidir. Özenle, merakla, yeniliklerle dolu olmasını dilerim. 6 ayda bitirilmiş doktora tezleri biliyorum. Kendinize yazık etmiş olursunuz. Ben doktoramı 7 senede bitirdim. Doktoramdan 2-3 sene önce İsveç’e gittim ve bu konuda dünyada yapılmamış olduğunu tespit ettim. Sonunda ben kazandım. 1970’de Amerika’ya davet edildim. Amerikalılar siz buraya nasıl geldiniz diye bana soruyorlardı. Küçük bir laboratuvarda Amerika’nın yanlışını bulursanız, davet edilirsiniz. Amerika Vietnam harbini kaybetmişti. Nixon Amerikan halkına TV’de “barışı siz istediniz, 243.000 fizikte, kimyada, biyolojide, nükleerde ilim adamlarını işten attım” diyordu. Koskoca matematikçiler Kaliforniya’ya göç etmişti. Gazetelerde röportajlar veriyorlardı. “Ben matematik profesörüyüm, şimdi Kaliforniya’ya göç ettim, otobüs şoförlüğü yapıyorum, halimden memnunum” diyorlardı. Amerikalılar sen buraya nasıl geldin diye sormakta haklıydılar. Talebelerim “biz %80 harp için öğrenmek, çalışmak istemiyoruz” diye kazan kaldırdılar. Ah Amerika, vah Amerika.
Doç.Dr.Çetin ERTEK
26.01.2019

29 Ocak 2019 Salı

Türkiye’nin de dersler çıkarabileceği ALMANYA ENERJİ ÜRETİM VE TÜKETİMİNDEKİ BÜYÜK SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÇABALARI




Daha  önceki yazılarımızda, nükleer enerjiyi 2023 yılında tümüyle bırakarak, Yenilenebilir Enerjilere (YE) ağırlık veren Almanya’daki elektrik üretimiyle ilgili gelişmeleri ele almıştık /1,2,3/. Bugünkü yazımıza birincil (primer) enerji üretim ve tüketimini de katarak, Almanya’daki büyük enerji sorunlarını ve çözüm çabalarını, bugünün yeni verileriyle özetlemeye çalışacağız. Umarız bunlar, Türkiye’de bu konudaki benzer sorunlara ve çabalara ışık tutabllir.
Son yıllarda güneş ve rüzgardan elektrik üretiminde büyük atılım sağlandı, sağlanıyor, özellikle Çin ve Almanya bunlarda başı çekiyor. Ülkemizde de rüzgardan elektrik üretiminde epey artım var,  güneşten elektrik üretiminde de artım bekleniyor,  Hepimiz bu tükenmeyen kaynaklardan enerji üretiminin daha da artmasını diliyoruz. Çoğumuz,  özellikle güneş ve rüzgardan üretilecek enerjilerle yakın bir zamanda olmasa da ileride, kömür, doğal gaz, petrol ve nükleer enerji kaynaklarının  yerini, alacağı inancını taşıyoruz.  Daha önceki yazılarımızda bu konulardaki gelişmeleri ve ileriye dönük kestirimleri  ilgili bilimsel araştırmalara dayanarak  Almanya, Türkiye ve dünya için ayrıntılarıyla ve ilgili grafiklerle açıklamıştık. 2040’lı yıllarda dünyada YE’lerle elektrik üretimin toplam üretimin ancak %  30 kadarını karşılayabileceğini, kalanının ise  yine, kömür, doğal gaz ve nükleerden sağlanabileceğini belirtmiştik /1/. Bunun nedeninin ise, artan nüfus, konforlu yaşam ve savurganlık sonucu git gide artan enerji gereksinimi olduğunu da belirtmiştik. Aşağıda, bu konudaki gelişmelere yakından bakacağız.
Almanya’da Birincil Enerji Üretim ve Tüketimi:
Kömür, doğalgaz, petrol, nükleer yakıtlar ve YE’ler, birincil enerjiler olarak bilindiği gibi yerine göre, evlerin ısıtılması, endüstrinin, elektrik santrallerinin, taşıt araçlarının çalıştırılması gibi daha bir çok yerde kullanılıyor. Almanya’da tüketilen birincil enerjinin, ancak üçte biri ülkede üretilebiliyor (Toplam üretilen miktar bugün yaklaşık olarak  sadece 4000 Petajoule iken, tüketilen miktar 13500 Petajoule *). Bkz.Şekil 1: Almanya’daki son kömür ocağı da 2018 sonu kapatıldı.  Artık kömürlü elektrik santralleri dışalım (ithal) kömürle işletiliyor.
Şekil 1: Almanya’da üretilen birincil enerjilerde çeşitli kaynakların yıllara göre payları (Siyah:Taşkömürü, Kırmızı: linyit. Mavi:petrol, Sarı:doğalgaz, Yeşil:YE ve diğerleri)

Almanya’da 2018’de birincil enerji tüketiminde Yenilenebilir Enerjilerin topam payı Şekil 2’den görüldüğü gibi % 14. Bunda en büyük pay biyokütlenin olup % 7,4. Biyokütle, sadece odun, gübre, tezek ve diğer bitkisel atıklar gibi bitki yakmak olmayıp, kolza (raps) ve mısır  yetiştirilerek bunlardan biyogaz, biyodizel, biyoetanol gibi yakıtlar üretilerek de bunların kullanımını içeriyor.
Not: Her ne kadar biyokütlenin doğrudan ya da dolaylı olarak yakılmasıyla havaya CO2  ulaşıyorsa da, ulaşan miktar havadan son yıllarda alınan miktar kadar olduğundan atmosferdeki  CO2 dengesi bozulmuyor. Fosil yakıtlardan örneğin linyitte ise, milyonlarca yıl boyunca havadan alınan CO2 ‘ten bitkide biriken karbon, linyitte yakıldığında, açığa çıkan CO2 bir anda atmosfere aktarılarak denge bozuluyor ve havadaki  bugünkü CO2  derişimi, linyit yakıldıkça artıyor.
Birincil enerjilerin kullanımında, rüzgarın toplam YE’deki payı: % 3,2, Güneşin ise :% 1,5.  
Su (barajlar) ve çöp enerjilerinin payları ise çok daha az.

Şekil 2:  Almanya’da birincil enerjilerin tüketiminde endüstrinin kullanım payı
Koyu gri: Petrol, Açık gri:Doğalgaz, Koyu siyah:Nükleer, Açık siyah: Linyit ve Taşkömürü

Aşağıdaki  Çizelge’den görüldüğü gibi endüstrinin, birincil enerjilerin kullanımındaki payı yaklaşık olarak Almanya’da üretilen enerji kadar olup (4000 Petajoule*), toplam tüketimin üçte biri kadardır. Endüstri ise , YE’lerin sadece % 3,2 lik çok az bir bölümünü kullanabiliyor (2017de saddece 130 Petajoule) .
Almanya’da Endüstride enerji kaynaklarının kullanım miktar ve oranları (2017)
Enerji kaynakları
Petajoule
Toplamın %
Insgesamt
4 076
100
Doğalgaz
1 200
29,4
Elektrik
866
21,2
Taşkömür ve Linyit
693
17,0
Petrol ve ürünleri
686
16,8
Yabancı kaynaklardan ısıtma
186
4,6
Yenilenebilir Enerjiler
130
3,2
Diğer kaynaklar
315
7,7

İkincil Enerji: Elektrik Enerjisi Üretim ve Tüketimi
Almanya’da tüketilen elektrik enerjisinin yaklaşık olarak tümü, ülkede üretilebiliyor. 2018’de üretilen toplam elektrik enerjisi 541 TWh(= 1948 Petajoule) olup buna katkıda bulunan birincil enerji kaynakları (Bkz. Şekil 3):  YE: %40,2, Linyit: % 24,1, Taşkömürü: % 14, Nükleer: % 13,3.  
Böylelikle Almanya’da 2018’de ilk kez YE’den elektrik üretiminde % 40 lık payla rekor kırıldı! Elektrik enerjisi üretiminde Güneş enerjisinin YE’e katkısı % 8,5, rüzgarın ise  % 20,2 oldu. Arta kalanı: biyokütle, su (barajlar) ve diğerleri. Endüstride ise Yenilenebilir Enerjiler (YE) sürekli olmadığından ancak % 3 kadar kullanılabiliyor. Halbuki Endüstri birincil (primer) enerjilerin % 30’nu kullanıyor ve bunun gece gündüz sürmesi gerek.  Örneğin çelik ve aluminyum endüstrisinde 2500 dereceye varan sıcaklık için kesintisiz enerji gerek. Güneş ve rüzgarın olmadığı saatlerde kömür ve nükleer santrallerin devreye alınması gerekiyor. Buna ise bunları işleten şirketler, büyük santrallerini ‚ ikide bir çalıştır / durdur!‘ emirleri sonucu her an ‚emre amade‘ beklemek istemediklerinden (ayrıca makinelerin yıpranmalarına  neden olunduğundan)  karşı çıkıyorlar.
Şekil 3 Almanya’da 2018’de üretilen elektrik enerjisinin kaynaklara göre dağılımı

Birincil ve Elektrik Enerjilerinin Üretimi, Tüketimi ve Dağıtımında Sorunlar, Çözüm Çabaları
İklimi daha fazla etkilememek için havaya salınan CO2 miktarını azaltmak amacıyla kömürlü santrallerin en geç 2038 yılına kadar tümüyle kapatılması Almanya ilgili uzlaşma kurulunun yeni önerisi (26.01.2019). Bu henüz hükümette görüşülüp kabul edilmedi. Tüm kömürlü santraller kapatılırsa elektriğin kWh-fiyatının 0,50 EuroCent kadar artacağı da ileri sürülüyor. Öte yandan kömürlü yeni elektrik santralleri ise son yıllarda yapım halinde /1/.  Bunlar da ileride kapatılırsa, doğalgaz ve biyogazla çalışanların yapılması gerekiyor. 2011’den beri rüzgar ve güneş santralleri için yılda 10 milyar Avro‘yu geçen yatırımlar yapılarak büyük çaba harcandı, harcanıyor. Bunlar daha çok, halkın elektrik faturalarına yansıtılıyor. Özellikle rüzgarı bol kuzey Almanya ve deniz, rüzgar kuleleri parklarıyla doldu. Çok rüzgarlı havalarda üretilen çok fazla elektrik, güney Almanya’ya yüksek gerilim hatları henüz yapılmamış olduğundan iletilemiyor ve kullanılamıyor. Kuzeyden güneye rüzgar kaynaklı elektriğin aktarımı için yeni şebekenin bütçe bulunarak kurulması gerekiyor. Çevre halkı ise yüksek gerilim hatlarının yanı başından geçmesini istemediği gibi rüzgar kulelerinin görünüm ve gürültüsünü de istemiyor. İmza toplanarak, yargı yoluyla bunlar engelleniyor. 2023’de nükleer santraller tümüyle devreden çıkacağından bunların ürettikleri enerjiyi üretmede YE’ler yeterli olamayacağından özellikle endüstinin gerek duyduğu enerji yine fosil yakıtlı santrallerden karşılanabilecek.  Almanya ileride olabilecek enerji açığını AB şebekesinden sağlayabilecek ancak bunun da garantisi yok. Çünkü komşu ülkelerin, kendileri için gereken enerjiyi her zaman Almanya’ya vermeyecekleri biliniyor.  Ayrıca AB şebekesindeki elektriğın ise büyük bölümü, Almanya’nın karşı olduğu,  Fransa gibi ülkelerdeki nükleer santrallerden gelecek.
Gerek kömür ocaklarının kapatılması gerekse kömürlü santrallerin kapatılmasından ekonomik olarak etkilenen personelin ve çevre halkının ise işyerlerinin kapanması sonucu önümüzdeki  20 yılda 50 milyar Avro’yu geçen ödemeleri de devletin yapması isteniyor.
Sonuçlar
Almanya’da YE’lerle elektrik üretiminde büyük yatırımlarla sağlanan atılıma ve toplam elektrik üretiminin % 40’lık bölümüne ulaşılmasına rağmen birincil enerjilerin tüketiminde rüzgar ve güneş kaynakları % 5‘in altında kalırken, diğer  YE’lerle birlikte toplam tüketimdeki pay % 14 kadar. Endüstride ise YE‘lerin kullanım payı daha da az : % 3,2. Bu nedenle bugün ve yakın bir zamanda fosil kaynakların, nükleer enerjiyle birlikte payı % 80 dolayında 2023 yılına kadar sürecek, daha sonra 2038 yılına kadar yine  kömür, doğal gaz ve  petrol santralleri  enerji tüketiminin büyük bir bölümünü karşılayabilecek.

Yukarıda özetlediğimiz çok çeşitli sorunlarla ilgili 2011 den beri uğraşılagelen çözüm çabaları sürüyor ve bunların nasıl çözümleneceğini ancak zaman gösterecek. Özellikle 2023 yılında nükleer santraller tümüyle durdurulunca, durum daha iyi anlaşılabilecek, eksik elektriğin nereden sağlanacağı belirlenecek. Politik ve teknik önlemlerin neler olacağı daha belirgin olarak ortaya çıkacak.

İleride biyokütleden sağlanacak enerjinin gerektiği kadar artırılmasında da sorunlar bekleniyor: Kolza (raps) ve mısır tarlaları gitgide büyük alanlar kapladıça, artan nüfusu besleyebilecek tarım için çok daha az tarla kalacak.
Dünya’da ise Şekil 4’den görüldüğü gibi 2040 yılında rüzgar ve güneş enerjilerinin, toplam elektrik üretiminin ancak % 26 kadarını karşılayabileceği, arta kalanın, su (barajlardan: % 17), fosil ve nükleer yakıtlardan (% 54) sağlanabileceği kestiriliyor /1,4/. Bunun nedeninin ise, 9 miyara varacak nüfus, konforlu yaşam ve savurganlık sonucu gitgide artan enerji gereksinimi olduğunu önceki yazılarımızda belirtmiştik. Çözümlerin ise,  devletlerin doğayı ve iklimi koruyucu politiklarında, nüfus planlanmalarında, halkların bilim ve teknolojiye dayanan temel eğitimlerinde, bizlerin de daha bilinçli, tutumlu ve daha az savurgan yaşamamızda olduğu zamanla daha açık görülecek. Umarız iş işten geçmeden bunlar gerçekleşebilir ve hep birlikte enerji sorununa çözümler getirilebilir.

Şekil 4: Dünya elektrik üretiminde kaynaklar 2015 ve 2040 (kestirim)


(Birim *) :  Petajoule (PJ) : 10 15 Joule  (1’in sağında 15 adet sıfır, 1 Joule: 1 Wattsaniye’lik enerji)
1 Petajoule= 278 GWh= 0,278 TWh;  1 TWh= 3,6 Petajoule.

Yüksel Atakan, Dr., Fizik Y. Müh, Almanya / ybatakan3@gmail.com
.............................................
İlgili yayınlar :
1.Elektrik enerjisi üretiminde.. DÜNYA NEDEN KÖMÜR VE NÜKLEERi BIRAKAMIYOR? Y.Atakan, HBT https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/surdurulebilirlik/dunya-komur-nukleeri-birakamiyor
3. https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/surdurulebilirlik/gunes-enerjisi-panellerinin-cevreye-verdigi-zararlar-tartisiliyor
4. EIA International Energy Outlook 2017
5. https://www.iea.org/weo2017/  (Tüm birincil enerjiler için, sadece elektrik üretimi değil)
6/ https://climatechangedispatch.com/1600-new-coal-power-plants-being-built-around-the-world/


23 Ocak 2019 Çarşamba

MUON PARÇACIKLARI BİZE NASIL ULAŞIYOR?



Muonlar uzayda meydana gelen elektronun 200 katı kütlede küçük parçacıklardır. Yarı ömürleri 8 mikro saniyedir, hızları ışık hızına yakındır. Bu şartlar altında dünyaya ulaşamamaları lazımdır. Ama işte dünyadalar. Bu nasıl olabiliyor. Bu hususta Einstein’ın yol ve zaman rölativistik formülleri devreye giriyor. Işık hızına yakın bir parçacık için zaman uzuyor, yol kısalıyor diyor Einstein. İspatı en kesin şekilde dünyaya gelemeden yarı yolda yok olması icap eden (çünkü yarı ömrü çok kısa) müon dünyaya ulaşabiliyor. Einstein formüllerinin doğru olduğunu kanıtlayan en önemli olaylardan biri. Acaba bu yolun büzüşmesi olayı (kontrakşın) nasıl oluyor? Zaman nasıl uzuyor? Uzaydan gelen müonları cep telefonumuzda görebilir miyiz?
Değerli konuşmacımız Mustafa Özcan, Kadıköy Düşünce Platformu olarak Caddebostan Kültür Merkezi’nde verdiği derslerde şunların üzerinde duruyordu: Genişletilmiş zaman, zaman uzaması, genişletilmiş bilinç kavramı, bilinçteki uzay kavramı, zaman bilincin yapısını oluşturan birşey midir? Bilinç için görelilik gerekir, beynin yapısı ile zaman ilgilidir, bilinç genişlemesi ve hafıza, fotoelektrik olayla nörolojinin ilişkisi, anlamlandırma bir hesap işidir, farkındalığı bilgisayar yapamıyor, dördüncü boyutta görelilik, dialektik ve zaman, Almanya’daki Max Planck Davranış fizyolojisinin araştırmaları, nöroloji ve kuantum, zaman hafızadır gibi önemli konularda günlerce bazen haftalarca durduk.
Hawking’in zaman hakkındaki küçük kitabında şu olay çok dikkat çekicidir. 16. yüzyılda İngiltere’de içinde bulunan tarih 4-5 ay kadar değiştirilmiş, “zaman fiziki bir büyüklük değildir” der. “Çünkü fiziki büyüklük ölçülebilen büyüklüktür, fizikte zaman ölçülemez” der. Hawking zaman bir (mutabakat) kabül’dür der. Bu tarih değiştirmesi yapılınca emekliliğini beklemeyen devlet memurları büyük ölçüde zarar görmüşler.
Boltzman “zaman entropi gibidir, bir oktur, yönü gösterir” der. Bu felsefi, holistik felsefe grubumuzda, Levent adında çok değerli bir gencimiz vardı, maalesef aramızdan ayrılıp İngiltere’de turizm sektörüne geçti. 15 Haziran 2018 gecesi dersten sonra saat 22:00’de Levent müonu cep telefonundan canlı olarak bana gösterdi. O kadar etkilendim ki, sağ olsun. Kuru buz üzerine ince bira tabakası oluşturulmuş, birbirine hemen hemen eşit binlerce habbelerle (bulb’lar) bir sis odası meydana getirmişler. Uzaydan gelen küçük müonumuz arkadaşın cep telefonunun ekranı üzerinde 5 dakika geçmeden belirdi. Benim için müthiş bir gece idi. Tarih düştüm. Bir dut tanesi büyüklüğündeydi, tabii iki boyutlu idi. Biraz seyrettikten sonra kayboldu. Uzaydan gelen bir misafir. Hani 8 mikro-saniye ömrü vardı, gelemezdi? Böylece dünyamıza oldukça çok sayıda da müon geldiğini anlamış olduk. Arkadaşım gözlem programını herhalde CERN’den kendi akıllı telefonuna indirmişti. “Daha bunun gibi uzaydan gelen çok parçacık var, üzerinde çalışıyorum” diye bana bilgi verdi.
1970 yılında Amerika’da öğretim görevlisi iken talebelere Wilson-sis odasını laboratuarda inşa etmiştim. Küçük odayı karbondioksit buzu kullanarak sis odası haline getirirdik. Radyoaktif kaynağı mesela beta kaynağını odaya gösterdiğimizde sis içinde elektronlar çizdiği yolu yakından izlerdik. Gördüğümüz elektronun veya alfa parçacığının izi idi. Tıpkı 10.000 metrede uçan bir jetin güzel bir havada incecik bir iz bıraktığı gibi, uçağı göremezsiniz ama izini görebilirsiniz. Müonda da gördüğümüz sisteki iz idi. Amerika’da derslerimi takip eden son derecede zeki talebem Thomas’ın sonradan Nautilus atom denizaltısının komutanı olduğunu büyük bir sevinçle öğrendim. Derslerinin hepsi 10 idi. 1960’lı yılların başında Çekmece’de çalışırken Prof.Dr. Sait Akpınar’ın resmi mektubu ile “Enterprise” atom uçak gemisini gezmiştim. 4 tane atom reaktörü ile 30 yıl yakıt almadan denizlerde dolaşmak kabiliyetine sahipti. Müthiş etkilenmiştim. Reaktörleri görebilir miyim diye sordum, hayır dediler.
İnşaallah Türkiye birgün gelip Eskişehir’deki toryumla, 4 ergimiş tuz atom reaktörü yapar ve bunları kendi yaptığı uçak gemisine yerleştirir, 30 sene yakıt almadan denizlere açılır. Bir Amerikalı gelip de bu reaktörleri görmek isterse ona KOCA BİR HAYIR demek nasip olur mu?
Doç.Dr.Çetin ERTEK
19.01.2019

BİR MADDE İÇİNDEKİ BİLİNMEYEN MADDELERİN BULUNMASI VE RADYOKTİF BOZUNMA KANUNU



Elimize bir nikel parçası alalım ve bunu nükleer araştırma reaktörünün içine bir dakika sokalım. Bir dakika sonra çıkaralım. Nikel atomlarının bir kısmı radyoaktif olur ve mesela beta ışınları veya ışınları salarak radyoaktif bozunmaya uğrarlar. Belli bir müddet ışımalara devam ederler, sonra bu ışımalar yavaş yavaş azalır. İçindeki maddelerin yarı ömrüne göre bazıları çok hızlı da azalabilir. Çarpı işareti nikel atomlarını göstersin.
Her nikel atomunun bir saniyedeki bozunma ihtimalini λ ile                                                      gösterelim.   Δt zamanının geçtiğini düşünelim.   Δt zaman aralığında bir nikel atomunun bozunma ihtimali  λ.Δt dir. Bozunmama ihtimali (1- λ). Δt dir. (Burada her nikel atomu için bozunma ihtimali hepsi için λ  olduğu kabul edilmiştir.) Bir Δt zamanı daha geçmiş olsun. Bozunmama ihtimali [(1- λ). Δt]2 si kadardır. Burada olasılıkta ikinci bir kanunu daha kullanıyoruz. Olaylar birbirinden bağımsızsa yani A noktasındaki atomun bozunması B noktasındaki atomun bozunmasından bağımsızsa olasılıklar çarpılır. n tane Δt zamanı geçmiş olsun, buna t zamanı diyelim. (t= n. Δt ). t zamanı geçtikten sonra nikel atomlarının bozunmama ihtimali
                lim [1- λ  t/n]n dir.  Bu da matematikte e- λt fonksiyonunun tarifidir.                             .              n→∞
               
Başlangıçta Io tane nikel atomu varken t zamanı sonunda I kadar nikel atomu kalmıştır.
I= Ioe- λ t. Olasılık teorisiyle iki kabulle işe başladık, olasılığı kullandık ve matematikte bir fonksiyonun tarifinden bozunma kanunu çıkardık. Bu ışınladığımız cisim çocuk maması da olabilirdi. Varsa içindeki istenmeyen maddeler (kurşun, kadmium, civa, arsenik vs.) ışınlandıktan sonra kendini belli eden karakteristik gama ışınlarını salarak yakayı ele verirlerdi. Bozunma katsayısı farklı farklı olmak kaydıyla araştırma reaktörlerindeki bu metoda nükleer aktivasyon analizi (NAA veya INAA) metodu denir. Son derecede çabuk son derecede hassas bir metottur. Bir gramın milyonda birinin milyonda biri gibi çok az bulunan maddeleri ölçmeyi mümkün kılar. İki şartı var, araştırma reaktörü çalışacak, içinde nötronlar olacak ve siz maddeyi reaktörde ışınlayacaksınız. Spektrumdaki herbir tepe bir maddeye, tepenin alanı da maddenin miktarı ile orantılıdır. Gama ışınlarını ölçen bu alete parıldamalı (veya parıltılı) dedektör denir. Hava, su, toprak kirlenmelerini bu aletle ölçebilirsiniz. Nötronunuz yoksa bu araştırmaların hiçbirini yapamazsınız. (Bu e eğrisi, matematik ve fizikte çok kullanılan, genel bir eğridir.
Doç.Dr.Çetin ERTEK
15.12.2018

17 Ocak 2019 Perşembe

NÜKLEER FİZİK, PİLLER VE AKÜMÜLATÖRLER



Deneysel reaktör fiziğinde çok geri kaldık. Biz Türkiye’de nükleer fizikle, reaktör fiziği ile konvansiyonel elektrik kaynaklarını birleştiremedik. Deneysel Reaktör Fiziği’nde bizzat çalışmış olanımız o kadar az ki! Biz radyasyondan mı korkuyoruz? Deneysel çalışmalardan mı korkuyoruz?  380.000 ton toryum Eskişehir Sivrihisar’da seni bekliyor Türkiye. Yanlızlığa itiliyorsun. Enerji kaynağına bir an önce sahip çık. Seni yanlız bırakırlar, sonra da yalancı delillerle uluslararası mahkemelerde iftiralar içinde kalırsın. Atatürk onun için “tam bağımsızlık” dedi. Biz bu ülkeyi kolay kazanmadık, şehitlerimiz nur içinde yatsın. Rahmetli Attila İlhan, muhteşem şair, yazar, yıllarca gazetesinde enerji, nükleer enerji derken, ondan başka bütün yazarlar, gazetelerini nükleer enerji karşıtlığı ile doldurmadılar mı? 1960’tan beri Türkiye tam 60 yıl kaybetti. Hala kaybediyor. Ergimiş tuz Toryum nükleer reaktörünü kur, enerjine bağımsız olarak sahip çık. 60 yılda üniversite müfredatlarına nükleer fiziği ve nükleer enerjiyi dâhil edemedik. Toryumda dünya ikincisi olduğumuz halde. Yazdığım “Enerji, Erozyon, Fizik ve Nükleer Fizik” kitabımı 100 tane hükümet kuruluşuna, belediye başkanlarına, üniversite fizik kütüphaneleri başkanlığına hediye ettim, hiçbirinden tık yok. İnanılır gibi değil. En saygın kuruluşlarımızı tek tek dolaştım. Sahipleri ile konuşmak imkânı yok. Giderseniz sizi büyük patronun iki danışmanı karşılar, onlar da nükleerden anlamaz, döner gelirsin. Patronla görüştürmezler. Bunları vatandaşlarımla paylaşmadıktan sonra yaşamanın ne değeri var? Benim halkımı 60 yıldan beri nükleerden kim ne için uzaklaştırdı? Rahmetli Prof.Dr. Engin Arık hoca, Eskişehir’deki Toryumun potansiyelini, Türkiye’nin en çok okunan gazetesinde tam sayfa röportaj yaparak anlatmasından nerede ise 20 yıl geçti, tık yok.
Ben eminim ki nükleerdeki bu sıkıntıları, başka dallardaki değerli arkadaşlarım da çekiyorlardır. Dünya imparatorluğunu kur. 15. Yüzyıla kadar ilerlemeyi dünyaya öğret, frene bas, 1912’de perişan ol. İlerleme, aydınlanmanın önemi ortada.
Diyelim ki elektrikle çalışan arabanızda ayrı bir yere, hidrojen üretici bir ünite yerleştirdiniz. Protonları oradan alıp 11B (bor onbir) atomları ile çarpıştırırsanız p+Bà 3α + 24 milyon elektron voltluk enerji elde edersiniz. Bu 24 milyon elektron voltluk enerji, arabanızın aküsünde bir şok etkisi yaratabilir, akünün ömrü uzayabilir. Uranyum -238’den çıkan alfa parçacıkları + yüklüdür ve kalp pompasını durunca çalıştırabilir, yapılmıştır. Reaktör içinde 10 dakika tutulan en basit bir elektronik devrede elektronlardan 50 misli daha hızlı beta ışınları dönebilir. Üniversitelerde kapatılan fizik bölümlerinde mi bu deneyler yapılacak?
12.01.2019
Doç.Dr.Çetin ERTEK


ÇEKMECE NÜKLEER ARAŞTIRMA VE EĞİTİM MERKEZİ MÜKEMMELİYET MERKEZİ Mİ OLMALI? YOKSA TORYUMUMUZU KULLANAN ELEKTRİK ÜRETİM MERKEZİ Mİ?



Biliyor musunuz? Artık Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi yok, Teknoloji Daire Başkanlığı var. Hayırlı olsun. Prof.Dr. Sait Akpınar Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’nin müdürü olduğu yıllarda (1960 başlarında) merkezin bir mükemmeliyet merkezi olmasını istiyordu. Ordinaryus Prof.Cahit Arf, Kaya İmre, Ercüment Özizmir gibi dünya çapında ilim adamları Çekmece’de yıllarca çalıştılar. Dünyada ilk defa plazmanın en genel denklemini ortaya çıkardılar. Bu denklem 37 sayfa uzunluğundaydı. (çözüm değil, çözülecek denklemin kendisi!) Bu çalışma ÇNAEM yayınlarından ingilizce olarak 23,24 numara ile basıldı. Gene Çekmece’de Prof.Dr. Niyazi Tarımer, 8-10 kişilik seçkin talebelerden oluşan bir gençler grubuna teorik fiziğin esaslarını anlatıyordu. Öğrenim aylarca ve aylarca sürdü. Talebeler geceleri koltuklarda uyuyarak bu dersleri takip ettiler. Sonunda ileride hepsi çeşitli üniversitelerde hoca oldular.
Çekmece, Amerika ile anlaşıp Brokhaven Milli Laboratuvarı’nın (BNL) kardeş laboratuarı oldu.  BNL, Amerika’nın Milli Mükemmeliyet Merkezi idi. % 1.143 zenginleştirilmiş uranyumlu 72 çubuktan ibaret bir alt kritik sistemi, parametrelerini ölçmek üzere Türkiye’ye hibe etti. Grafitleri TR-I reaktöründen çıkardık, yerine 10 tonluk su tankı yerleştirdik. İçine bir kritik altı küçük reaktörü bir araba marifetiyle monte ettik. TR-I reaktörü 1 MW’ta 4 saat çalıştığı zaman biz kritik altı sistemde 2 x 109n/cm2sn lik akı elde ettik. Çıkan radyasyon 8 Röntgen idi. Deneyler ertesi gün saat 13:00’de başlıyordu. (Sağlık Fizikçi arkadaşlarımızın gözetiminde) Nötron kolimatörleri BNL’den, 10.000 Dolar değerindeki Berilyum mono-kristal gene ordan, M.A.N. Difraktometresi Almanya’dan getirildi. Fahri Domaniç, Ömür Akyüz Kadmium’un nötron tesir kesitini Çekmece’de kendi yaptığımız nötron spektrometresi ile ölçtük. Sonuçlarımız İsviçre’deki ölçülerden daha iyi olarak elde edildi. BNL’den Dr.Herbert Kouts ve Dr. V. Sailor sık sık Çekmece’ye gelip bize önderlik ediyorlardı. Sonuçlar çok prestijli Amerikan ilim dergilerinde çıktı.
1970’lerde Dr. Ahmet Yüksel Özemre merkez müdürlüğünde ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı’nda bulunduğunda Ertok Kuntel’le birlikte nükleer güce dönük araştırmalar çok büyük hızla gerçekleştirildi. Uranyum, Toryum çubukları, paletleri başarı ile yakıt grubu yardımı ile gerçekleştirildi. Merkezin hedefi tamamen değişmişti.
Görüldüğü üzere, merkezlerin hedefleri gelen başkanlara göre tamamen değişebiliyordu. TAEK’in önceden planlanmış tek hedefi olmadığı hemen ortaya çıkıyor. Beş yıllık planlar var mı? Var ama uyan yok. İkinci Cihan Harbinden önce Toryumlu reaktörler Amerika’da çalışıyordu. Bizim daha o zamanlar Toryuma başlamamız gerekirdi. Şimdi yurdumuzda modüler birçok Toryum reaktörü çalışıyor olacaktı ve biz her yıl dışarıya 75 milyar dolar doğal gaz ve petrol parası akıtıyor olmayacaktık.
Çok değerli Alman filozofu Hegel “gelişme, zorunlu olarak erekseldir” demiş ve yolu çizmiş. 1960 neresi, 2018 neresi. Bizim hala bir hedefimiz, ereğimiz yok.
Doç.Dr.Çetin ERTEK
16.12.2018

MÜKEMMELİYET MERKEZİ Mİ? YOKSA TORYUMDAN ELEKTRİK ÜRETEN MERKEZ Mİ?



Derken bir de baktık 1961’den 2019 yılına gelmişiz. Nükleerde altmış yılını kaybetmiş bir Türkiye. 1961’de Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmuşsunuz, bunun adını 4-5 sene sonra Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi diye genişletmişsiniz, sene 2019’a gelmiş, adını Teknoloji Daire Başkanlığı ve Atık Daire Başkanlığı diye değiştirip nükleeri ve araştırmayı ortadan kaldırıyorsunuz. Olacak şey değil! Amerika’da olduğum zamanlar, en az sekiz adet fizikte Nobel ödülünü kazanmış profesörlerin konferanslarını dinlemek kısmet oldu. Hepsi tartışmasız nükleer enerji ile elektrik üretimini öngörüyordu. Çünkü, 1 gram uranyumdan elde edilen enerji, 1 milyon gram kömürden daha fazlaydı ve nükleer enerji havaya CO2 atmazdı.nükleer enerji dünyada kullanılan elektrik enerjisinin %17’sini başarı ile üretti, kullanıldı. Dünyadaki 449 atom santrali 60 yıldan beri çalışıyor olmasa idi atmosferimize atılan CO2 oranı milyarlarca ton olacaktı. (2017, 2018 yaz aylarını hatırlatırım)
Prof. Sait Akpınar, Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’nin başına geçtiğinde düşündü, neler yapacaktı? Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’nin üst kuruluşu olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, ona bir yol haritası, bir hedef vermemişti. O da Mükemmeliyet Merkezi olarak dünyanın en ileri araştırma laboratuarlarından biri olan Brookhaven Milli Laboratuarı’nın kardeş laboratuarı olma yolunu seçti. (BNL-Brookhaven National Laboratory, USA).
Artık Çekmece’de Cahit Arf’lar, Kaya İmre’ler, Ercüment Özizmir’ler, Niyazi Tarımer’ler ders veriyor, genç beyinleri yetiştiriyorlardı. Bu talebelerin hepsi sonradan üniversitelerimizde profesör oldular. Amerika’da BNL’in adı ve yönü hiç değişmedi. O bir milli laboratuardı, o zaman da bugün de, bundan sonra da böyle kalacaktı. Bir tane daha sayalım. Amerika’da ANL de var. Son derece ileri nükleer araştırma merkezi, Argonne National Laboratory. Araştırmalar nükleer laboratuarlarda yapılır. Çekmece’yi sen şimdi araştırma merkezinden uzaklaştırıp daire başkanlığı haline getirirsen, araştırmaları milli bir laboratuarda değil de nerede yapacaksın? Teknolojiyi nasıl yakalayacaksın? TAEK’i 60 sene sonra sadece lisans veren bir kuruluş haline getirirsen 11 tane her beş senede yayınladığın beş yıllık planlara karşı kim mesul olacak? Amerika’da BNL, ANL, ORNL gibi kuruluşlar araştırmalarını kesiksiz olarak genişlettiler, küçültmediler. Değerli arkadaşım Prof.Dr.Saleh Sultansoy bana bir aralık “BNL’de 1 milyon nikel atomuna karşı bir tane anti nikel atomu üretildi, o da çok kısa ömürlü demişti. Kendisi, CERN’de dünyanın en yüksek enerjili elektronlarını elde eden sistem üzerinde çalışmaktadır. Yüksek teknolojiye erişmek için gerekli 5-6 daldan birinin nükleer teknoloji olduğunu tekrar hatırlatan çok değerli bir ilim adamımız.
Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’ndeki bütün arkadaşlar bu isim değişikliğinden çok büyük ve derin üzüntü içindedirler. Sait Bey’in düşündüğü mükemmeliyet merkezi 1960’larda çalışmaya başladığında Amerikalılar bize 73 adet uranyum çubuğundan ibaret, 104 kg ağırlığında, uranyum zenginleştirmesi %1.143 olan kritik altı küçük reaktörü hibe ettiler, çok önemli bir parametre olan Uranyumun-Kadmium oranını bulmak üzere yola koyulduk. Biz bu parametreyi deneysel olarak ölçecektik, Amerikalılar teorik olarak hesap edeceklerdi. Sonunda onlar bize hesap sonuçlarını göndereceklerini vaad ettiler. Sonunda sözlerinde durmadılar, bize hesap sonuçlarını göndermediler. Sonuçlar o kadar titiz ve hassas yapıldı ki biz örneğimizin saf olduğunu Np-239’un 2.35 günlük yarı ömrünü literatür değerinden daha hassas bulduk. Deneyler 7 yıl sürdü. BNL hesap sonuçlarını göndermediği için neticeleri karşılaştıramadık. 25 sene sonra Çekmece hesapları yapabilecek hale geldi, fakat hesapları yapamadı. Bir iki üniversiteye daha teklif ettim, onlar da yapmadı. Demek ki Türkiye’de deney ve hesap karşılaştırılması refleksi de teşekkül etmemiş!! Yıllar sonra Çekmece’nin başına Prof.Dr.Ahmet Yüksel Özemre getirildi. Fizik projeleri durduruldu. Eskişehir’deki Toryumla elektrik enerjisi elde edilmesi üzerine çalışmalar hızlandırıldı. Ertok Kuntel ve arkadaşları uranyum, toryum çubuklarını yapan sistemleri üstün başarı ile yaptılar. Toryum palet ve çubukları elde edildi. Çekmece’nin stratejisi tamamen değişmişti.
Burada çok önemli olan nokta şu: Siz Amerika’daki çok büyük ve önemli laboratuara, “ben senin kardeş laboratuarın olacağım, hangi projeleri birlikte yapalım?” derseniz, onun size teklif edeceği proje, gene kendisinin çözemediği, kendisine ait bir proje olacaktır. Nitekim öyle oldu. Kritik altı sistemi Türkiye’ye hibe ettiler, bu sistemde Uranyum Kadmium oranını ölçmemizi teklif ettiler. Çünkü, bu parametrenin ölçümü ile hesaplar birbirini tutmuyordu. Bu problem, çok ileri uluslararası laboratuarlarca “benchmark” olarak kabul edildi. İsveç Studsvik Araştırma Merkezi, bana bizzat 1966 Eylül ziyaretimde kimyasal separasyonu bu parametre ölçümünde kullanmayacaklarını söylediler. Biz o sırada, Çekmece Laboratuarlarında, kimyacı Dr. Ali Yalçın Bey’le Japon İşhimori kimyasal separasyon metodunu, Plutonyumu+V oksidasyon seviyesinde tutarak yapamasaydık, benchmark problemini çözemezdik. Nitekim batı bunu çözememişti. Stanford Üniversitesi’nden Prof.Dr. Sydney Fiarman 24 Mart 1975 tarihli bana gönderdiği mektupta ÇNAEM 47 no.lu raporumu istedi ve şöyle durumu özetledi: Mart 19-21 günleri arasında 1975’te BNL’de yapılan özel seminerde, deneysel değerlerin hesaplanan değerlerden %10 daha az çıktığı tesbit edilmiştir. Siz, Ertek çalışmanızla kimyasal separasyon yapmadan doğru sonuçlara varmanın imkansız olduğunu tespit etmişsiniz. Bunu, Amerikan Nükleer Sosyetesi’nin (6400 mühendis, uzman) yayın organı Nuclear Science and Engineering, 36 (1969), 209’da neşretmişsiniz. BNL Mart 19-21, 1975 özel seminerinde iştirakçiler, hayret edilecek bir şekilde sizin çalışmanızı yok farzetmişler.
Durum budur. Sizin kendinize ait milli hedefiniz olmazsa ileri ülkeye sorarsanız “ben ne yapayım?” derseniz, o size kendi problemini yaptırır. Nitekim, Nobelli fizikçi Dr. Glen Seaborg (Amerikan Nükleer Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı) Türkiye’ye o sıralarda gelmiş, Çekmece’yi görmüş ve deneysel sonuçlarımıza koca parmağını basarak “istediğimiz sonuçlar bunlar” demiştir. Değerli kardeşim Dr. Ali Yalçın şahidimdir.
Alman filozofu Hegel “gelişme zorunlu olarak erekseldir” diyor. Türkiyem senin ereğin, hedefin nedir? Neyi bekliyorsun? Eskişehir’de 880.000 ton Toryum seni bekliyor, senedeki kazancın 75 milyar dolar, üzerinde harıl harıl 17 memleket veya laboratuar çalışıyor, sen neredesin? 17 değişik çok kıymetli ender toprak elementler de işin cabası.
Doç.Dr.Çetin ERTEK
12.01.2019