..

..
..

27 Şubat 2017 Pazartesi

İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ’NDEKİ ARAŞTIRMA REAKTÖRÜ


1961’de İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) bünyesinde kurulan İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü başarı ile çalışmalarına devam etmiştir. 6 Şubat 1962’de, Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi 1 MW gücünde TR-I adında bir araştırma reaktörünü işletmeye almış, 7 Mayıs 1962’de hizmete girmiştir.
2013 tarihinden geriye doğru gidersek 18 yıl Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ndeki reaktörde 1 nötron bile üretilmemiştir. Operatörler işletme lisanslarını kaybetmişlerdir. İran’da her birinde 800-1000 kişinin çalıştığı 15 adet nükleer araştırma merkezi vardır. Bizde Çekmece’deki bekçiler dahil bundan 40 sene evvel de 210 kişi çalışıyordu, şimdi 209 kişi çalışıyor, bunların çok azı nükleer fizik doktorudur. Radyasyondan korunma dalında Çekmece’nin büyük hizmetleri vardır. Eskişehir ve civarında bulunan 380.000 ton toryum rezervlerimizin adı, DPT planlamalarında bile geçmemektedir. Müthiş zaman kaybedilmiştir. Çekmece’de çok kıymetli kimya mühendisi arkadaşlarımız hemen hemen kendi gayretleri ile Eskişehir’den getirdikleri örneklerde nadir toprak elementleri ve toryum elde etmişlerdir. Türkiye’mizde bulunan kaynaklarda 27 adet nadir toprak elementleri ayrıştırmışlardır. (Neobium, Neodinium vs gibi). Nadir toprak elementleri hem nadirdir, hem de çok değerlidir. Cevherden bu elementler ayrıldıktan sonra kalan kısımda toryum bulunur. Enerji kaynağı olduğu için daha da değerlidir. Çekmece toryumu da elde etmiş, toryumdan peletler de yapmış, yakıt elemanlarının ışınlama imkanı bulunamadığından bu noktada kalmıştır. Nadir Toprak Elementleri’ni elde etmede Yüksek Kimya Mühendisi Dr.Reşat Üzmen, (Lütfiye Güreli) gibi arkadaşların büyük katkıları vardır. Reşat Üzmen Çekmece’den emekliye ayrıldıktan sonra Advanced Mineral Research, AMR firmasında nadir topraklar ve toryum üzerinde çalışmıştır. Çekmece’deki Nükleer Yakıt Grubu’nun tekrar toparlanması çok faydalı olacaktır. Zaman Türkiye’miz için altın değerindedir. Ciddi tedbirlerin derhal alınması gerekmektedir. Petrol çok pahalıdır ve pahalanmaktadır, daha da pahalanacaktır. Doğal gaz aynı şekilde… Türkiye her sene enerji için petrol ve doğal gaz harcamalarına 75 milyar dolar ödemektedir. Nükleer yakıt elemanı temini de dahil olmak üzere 3 kalemde (petrol, gaz, nükleer) tek bir ülkeye bağımlı olursa bu çok düşündürücüdür. 60 ton toryumla 1 Keban barajı kadar enerji elde edilebiliyorsa, bizde 380.000 ton toryum varsa biz 300-400 yıl bağımsız elektrik enerjisi elde edebileceğiz demektir. Bugün Çin İmparatorunun oğlu Toryum üreten fabrikaların başına getirilmiştir. 2013 sonunda 300 kişilik ekibe 600 kişilik uzmanlar grubu da katılmıştır.
Amerika birçok güç santralının ömrünü 30’da 60 yıla çıkarmıştır. Burada unutulmaması gereken nokta üretilen toryum çubukları ile reaktör kritik olmaz. Bunun için uranyumla kritik olan bir sistemin içine toryum çubuklarının yerleştirilmesi gerekir. Bizim için en uygun sistem Kanadalı’ların CANDU sistemidir. CANDU tabii uranyumla da çalışır. Yanına moderatör olarak D2O (ağır su) kullanmak gerekir. Toryum çubuklar, reaktör kalbi etrafına, blanket (örtü) kısmına ve diğer uygun yerlere konularak ışınlanır. Th-232 atomları nötronları yutunca U-233 olur. Th-232 fisyon yapmaz, U-233 fisyon yapar, U-235’ten bile daha elverişlidir.
Bizde TAEK’de yapılan işler hep teoride kalmıştır. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanları her 1.6 yılda (ortalama) değişmiştir. En çok iş yapan, Kurumda en az kalmış, en az iş yapan 6-7 sene o makamda oturmuştur.
Çekmece zaman zaman kapatılmakla tehdit edilmiş, bu da personelin morali üzerinde çok kötü etkiler bırakmıştır. Son üç seneden beri de TÜBİTAK’a bağlanacağı söylemleri personel üzerinde yıkıcı olmuştur. TÜBİTAK’ın bünyesinde nükleer enerjiden anlayanların sayısı son derecede sınırlıdır.
Akkuyu’da Ruslar’la yapılan nükleer güç santrali çalışmasında Eskişehir’deki Toryum’dan üretilmiş yakıt elemanlarının güç reaktöründe denenmesi mümkündür. (Anlaşma yapılırsa) Aynı şey Sinop’taki tesisler için de düşünülebilinir.
Dış ödemeler dengesi bakımından Toryum büyük bir potansiyel olarak önümüzde durmaktadır. Bu hususta devlete yardımcı olmak her vatandaşın vazifesidir.

25.02.2017
Doç.Dr.Çetin ERTEK




KAYBEDİLEN ALTIN YILLAR


Sene 1963, Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’nde Çetin Ertek İran ve Pakistan’dan gelen öğrencilere gama ışınlarının enerjilerini ölçen “parıldamalı detektör” aletini öğretiyor. Alete öyle bir zırhlama yapılacak ki alet, uzaydan gelen gama ışınlarını ölçmeyecek, sadece ölçmek istediğimiz örneğimizdeki gamaları ölçecek. Gamalar bazen zırhlama malzemesinin (bakır, kurşun, kadmium) içindeki madde ile etkileşir, x ışınları çıkartır. Bu ışınlar dedektörde sayılır ve ölçü bozulur, büyük yanlışlara sebep olur. O tarihlerde, Atatürk’ün büyük gayretlerle kurduğu Pakt’lar, Doğu’dan ve Balkanlar’dan memleketimize çok büyük yararlar sağlamıştır. Oranın gençlerini biz eğittik. Bizim gençlerimiz orada eğitildiler.
1982 Anayasası’na göre “ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak DEVLETİN GÖREVİDİR. Kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri bu plana göre gerçekleştirilir.” denilmektedir. Görülüyor ki DPT planlarına göre, dünya ikincisi olduğumuz Toryum meselesinde 1962’den beri parmağımızı kıpırdatmamışız. (Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin çok sınırlı çabaları hariç) Birinci 5 yıllık kalkınma planında (1963-1967) nükleer enerji konusuna hiç değinilmemiştir. Halbuki bu tarihlerde, Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde 1 MW gücündeki araştırma reaktörü başarı ile çalışmaktadır. İkinci 5 yıllık planda sadece “nükleer enerji kaynaklarından faydalanma imkanları araştırılacak ve nükleer enerji santralleri kurulmasına çalışılacaktır” denilmiştir. Üçüncü 5 yıllık plan (1973-1977) döneminde, öz kaynaklardan faydalanılacağı, eğitim amaçlı prototip nükleer santral tesisine başlanacağı, uzun dönemde nükleer teknoloji girişi sağlamak için nükleer enerji santrallerinin planlama, projelendirme ve tesisinde yararlar sağlayacağı ve ayrıca elektrik enerjisi üreteceği dile getirilmektedir. Radyasyon sağlığı , radyo izotop üretimi, nükleer tıp, radyo izotopların sanayi ve tarıma uygulaması konularının önemle ele alınacağı da vurgulanmaktadır.
Gördüğünüz gibi geçen 15 yılda herşey lafta kalmış, altın değerinde 15 yıl geçip gitmiştir. Altıncı beş yıllık planda (1990-1994) nükleer enerjinin uzun dönemde sektördeki önemi dikkate alınarak, nükleer enerji teknolojisine geçiş için bu plan döneminde çalışmaların başlatılacağından söz edilmektedir. Yedinci beş yıllık plan (1996-2000) nükleer enerji gibi ileri teknoloji alanları ile yüksek bilgi ve beceri kullanan sektörlerde bu tür teknolojilerle ilgili üretim ve yatırım sahalarındaki faaliyetlerinin istenen düzeye ulaşamadığına dikkat çekilmektedir.
Görüldüğü gibi DPT, yedinci beş yıllık planda, faaliyetler istenen düzeye ulaşamadı diyerek kendi kendini tenkit etmiştir. 15 altın yıl daha böyle geçmiştir. Planlarda yazılan birçok nokta yürülüğe girmemiş veya yapılmamıştır. Okuyucunun bu beş yıllık aynı yıllara tekabül eden Güney Kore beş yıllık planları ile karşılaştırmasını önemle öneririm. Saat gibi çalışan ağır ve nükleer endüstri planları. Hepsi planlanmış ve yapılmış. Güney Kore’de üçüncü beş yıllık plan (1972-1976) ağır sanayi ve kimya sanayisini teşvikle ihracata dönük yapıyı hızla oluşturdu. GSMH beş misline katlandı. Dördüncü beş yıllık plan (1977-1981) dünya piyasalarında rekabet edecek sanayi ürünlerinin geliştirilmesini teşvik etti. Güney Kore bugün kendisi için birçok atom reaktörleri yaptığı ve yapmakta olduğu gibi %100 Güney Kore yapımı basınçlı su reaktörlerini ihraç etme kapasitesindedir.
25.02.2017
Doç.Dr.Çetin ERTEK




26 Şubat 2017 Pazar

MARS YOLCULUĞUNDA ALINACAK KOZMİK IŞIN DOZU ve SAĞLIK RİSKİ? Mars’a Gitmek için Sıraya Giren 200.000 kişi !




Sunuş
„Gazeteci yoldan geçenlere mikrofonu uzatıp soruyor: Bize, Mars mı, yoksa Hindistan mı daha uzak?
Çok kişi Hindistan daha uzak diyor!“ Belki de gece gökyüzünde Mars'ı görüp, Hindistanı göremediklerinden olacak!!
Mars'ın yörüngesindeki yerine göre, bize, ortalama uzaklığı 250 milyon km. Mars'ta halen araştırmalar yapan insansız Curiosity Rover aracı tam 253 günde (8,5 ayda) günde bir milyon km yol alarak 2012'de Mars'a ulaşmış. Ya da saatte dünyanın çevresi kadar giderek..
Mars kupkuru bir gezegen, bol karbondioksitli basıncı çok düşük bir atmosferi var, yani bizdeki soluyacağımız hava orada yok, su da yok, taş, toprak, toz fırtınaları ve iyice soğuk bir yer. Ama şimdiden Mars'a yolculuk için sıraya giren 200.000 kişi ve orada koloni kurmak isteyen şirketler var.
NASA 2030'da Mars'a insanlı araç yollamayı planlıyor.
Önemli bir sorun Mars yolunda alınacak yüksek kozmik ışın dozu. Kanser, beyin hasarı gibi hastalıkar yapabilir.
Radyasyon düzeyini ölçmek için Mars'taki Rover aracına diğer aletlerin yanı sıra bir radyasyon aleti konmuş. Bununla hem yolda hem de Mars'ta ölçümler yapılarak ileride oraya gideceklerin ne kadar radyasyon dozu alacakları ve bunun sağlık riskinin ne olacağı hesaplanmaya çalışılıyor. Bu arada epey de ölçüm değeri birikmiş.
Öte yandan bizleri 3 saatlik uçak yolculuğu bile sıkarken, küçücük kapsülde en azından 6 ay geçirecek 3-4 kişinin birbirleriyle olabilecek sorunları incelenmeye çalışılıyor. Sataşma, saldırı ve şiddet olaylarına ise hiç şaşmamak gerekecek..
İleride kupkuru bir yerde, basınçlı giysilerle, buradan götürülecek hava ve suyla idare etmeleri gerekecek insanlara dönüşte de fazla kozmik ışın dozu alıp kanser riskini daha da artırmamaları için dönüş bileti de verilmeyecekmiş.Yani giden büyük bir para ödeyip ONE WAY TICKET alabilecek ve ölene kadar orada kalmak zorunda!. 
Bu gezileri düzenleyenlerin söyledikleri:- Bu dünyayı ileride düzeltmekle uğraşmaktansa, Mars'ta işe baştan başlamak daha kolaydır !!

-         Mars yolculuğunda alınacak kozmik ışın dozu ve sağlık riski? 
NASA’nın ‘Curiosity Mars Rover’ insansız uzay aracı 253 gün (8,5 ay!!) yolculuktan sonra 6 Ağustos 2012’de Mars’a inmiş ve o günden beri de  Mars yüzeyinde çalışmalarını sürdürüyor. Başlangıçta, Mars’ta iki yıl kalması planlanan (kısaca)Rover, birbirinden ilginç çalışmaları sorunsuz yapabildiği için,  süresi 2018’e kadar uzatılmıştır. Bu arada, Rover’daki özel kameralar, laser ve spektrometrelerle (Bkz. Şekil 1 ve 3) toprak ve kayalarda yaptığı inceleme ve analizlerin NASA kontrol merkezinde değerlendirilmesiyle, Mars’ın derinliklerinde eskiden su olacağına ve mikro organizmaların da yaşayabileceğine uygun bir ortamın bulunabileceği sonucu çıkarılmıştır /1/.
Rover aracının önemli bir görevi de ileride Mars’a yollanacak insanlı araçlarda, gerek yol boyunca gerekse Mars’ta, astronotların kozmik ışınlardan ne kadar radyasyon dozu alabileceklerini ölçmektir ve araçta bu amaçla RAD radyasyon ölçü aleti bulunuyor (The Radiation Assessment Detector/ Bkz.Şekil 3). Mars’a olan uzun yolculuğu boyunca RAD radyasyon ölçüm aleti  her 15 dakikada bir radyasyon ölçümleri yapıp sonuçları NASA’ya bildirmiştir/1/.
Mars yolunda ve Mars’ta ölçülen radyasyon dozları ve sağlık riski?
Genel olarak, uzay yolculuklarında astronotlar kozmik ışınlar yoluyla azımsanmayacak bir radyasyon dozu alıyorlar. Örneğin Uluslararası Uzay Aracında (ISS) 6 ayda boyunca bir astronotun aldığı doz 90 miliSievert’e (mSv) yakındır (Çerçeve içindeki Sievert’in tanımına bkz). Bu miktar dünyamızda doğal radyasyondan 1 yılda aldığımız ortalama doz olan 2,4 mSv’in  37 katıdır. Kozmik ışınlar olarak adlandırılmalarına rağmen, ışın tanecikleri olan foton’lardan değil, büyük çoğunluğu, enerjileri çok yüksek protonlar başta olmak üzere enerjileri yüksek daha büyük kütleli atom çekirdeklerinden oluşan hızlı tanecikler, maddenin ve bu arada insan vücudunun da derinliklerine, hücrelere ve DNA’ya girerek etkili olabiliyorlar, bunları bozabiliyorlar (Kozmik ışınlarla ilgili diğer yazımıza bkz).  Astronotlar, kozmik ışınların sıklıklarının  ve şiddetlerinin  zamanla değişimine, kendilerinin de uzay yolculuğu sırasında kapsülde kalma sürelerine ve zırhlama durumuna göre  değişen miktarlarda radyasyon dozu alabiliyorlar. Benzer durum Mars yüzeyinde kalındığında da geçerli.
RAD aletiyle yapılan ölçümlerin değerlendirilmesi, 253 günlük Mars yolculuğu sırasında günde alınabilecek radyasyon dozunun ortalama olarak 1,8 miliSievert (mSv) olabileceğini gösteriyor  (Şekil 2 ). Bu günlük değer, dünya üzerinde, deniz düzeyinde kozmik ışınlardan alınmakta olan yıllık radyasyon dozu olan ortalama 0,30 mSv’lik dozun 6 katıdır. Mars yolculuğunda 1 günde alınabilecek  1,8mSv’lik doz, dünyada 1 yılda alınan 2,4 mSv’lik /2/ ortalama doğal radyasyon dozunun ise %75’i kadar olup, az değildir.

Şekil 1: Sol yukarıdaki resim  RAD, radyasyon ölçüm aletini, sağda Mars Rover uzay aracı Mars yüzeyinde dağa tırmanırken görülüyor..nasa.gov/mission_pages/msl/index.html9).diğerletler
Rover’deki RAD aletiyle yapılan ölçümlerin değerlendirilmesine göre Mars yüzeyinde günde alınabilecek radyasyon dozu ise 0,7 mSv kadardır (Mars’ın düşük yoğunluktaki atmosferine rağmen kozmik ışınlar epey frenleniyor, Bkz.Şekil 2).
İleride NASA, insanlı Mars yolculuklarında daha hızlı uzay araçları kullanarak yolculuğu 253 günden 180 güne indirmeyi planlıyor/1/.  Bu durumda gidiş geliş 360 gün yolculukta alınabilecek ortalama kozmik ışın dozu: 1,8 x 360= 650 mSv kadar ve Mars yüzeyinde 500 gün kalındığında da orada alınabilecek ortalama günlük 0,7 mSv’lik doz da eklendiğinde: 650+0,7x500= 1000 mSv=1 Sv’lik ortalama toplam bir dozun alınması beklenebilir.
Mars yolculuğunda ve Mars’ta 500 gün kalındığına (ve hatta ileride daha uzun sürelerde kalındığında) ardı sıra oluşacak  1 Sv’lik toplam (ortalama) dozların, vücutta ne gibi bir hasar yapabileceği ise tam olarak kestirilemez. Japonya’da 2.Dünya Savaşında atılan atom bombalarından yaşamda kalanlar üzerinde yapılan doz/etki/risk araştırmalarından edinilen deneyimlere ve bunlardan çıkarılan çok tartışmalı yaklaşıma göre bu 1 Sv’lik doz, halk arasında zaten %25 olan kanser riskini %5 artırıyor sonucu çıkarılabilir (tüm dünyada ortalama olarak, ölenlerin %25’i kanserden ölüyor/2/). Daha uzun Mars yolculuklarının ve Mars’ta kalma sürelerinin kanser riskinin yanı sıra beyin hasarı gibi daha başka hastalıkları artıracağını ileri süren tıp araştırmacıları bulunuyor.

Şekil 2:  Curiosity Mars Rover RAD ölçüm aletiyle ölçülüp değerlendirilen dozlarla, diğer dozların karşılaştırmaları gösteriliyor/1/. Absiste Eşdeğer Doz (mSv), Ordinatta yukarıdan aşağıya sırasıyla: 1. Dünyada deniz düzeyindeki yıllık ortalama kozmik ışın dozu, 2. ABD’de yılda tüm kaynaklardan alınan ortalama doz, 3. Bilgisayar tomografi dozu,                      4. Uluslararası uzay aracında (ISS) 6 ayda alınan doz, 5. Mars yolculuğunda 180 günde alınacak ortalama doz ve                           6. Mars’ta 500 gün kalındığında alınacak ortalama doz gösteriliyor.
-          Kozmik Işınlar Nereden Geliyor, Kim, Nasıl Buldu ve Nobel Aldı?
Kozmik ışınları’ ilk kez fizikçiler laboratuvar çalışmaları sırasında, elektrik yüklü cisimlerin, elektrik yüklerini azar azar yitirmelerinin nedenini araştırırlarken buldular. Havayı iyonlaştıran (atomlardan elektron söken) ve böylelikle havanın elektriksel iletkenliğini sağlayarak, elektrik yüklü cisimlerden elektriksel yük kaçaklarına yol açan  birşey, bir etken olmalıydı? Birçok fizikçi,  önceleri, yerde, toprak ve kayalarda az miktarda bulunan doğal radyoaktif maddelerden yayılan ışınların havayı iyonladığını düşündü. En sonunda Avusturyalı fizikçi Victor Hess’in aklına harika bir fikir geldi ve  1912 yılında bir balona binip, elektroskopunun göstergesini gözledi (Bkz.Şekil 3). Balonla yükseldikçe, elektrik yüklerin gitgide azaldığını elektroskopun göstergesinden izleyince  göklerden, uzaydan gizli bir şey  gelip havayı iyonluyor ve elektroskoptaki yükler  bu nedenle  gitgide azalıyor sonucuna vardı. 1925”de R.Milikan  bu gizli etkene ‘kozmik ışınlar’ adını verdi. Sonradan bilimsel çalışmasını yayınlayan Hess 1936’da bu buluşu nedeniyle Nobel ödülü aldı. 1950’lerde fizikçiler ‘kozmik ışınlar’ın, ışık taneciklerinden (fotonlardan), elektromanyetik dalgalardan oluşmadığını, bunların çok büyük hızlardaki çoğunlukla protonlardan ve alfa taneciklerinden ve az miktarda da daha ağır parçacıklardan (C, N, O ve Fe’e kadar çeşitli atom çekirdeklerinden) oluşan sürekli bir ‘iyon akımı’ olduğunu belirlediler. Buna rağmen, eskiden takılan ve yerleşen ‘kozmik ışınlar’ adı, tanecik akımına, uygun olmasa da değiştirilmedi. Kozmik ışınların iki kaynağı var: ilki, güneş sistemizin dışındaki galaksideki süpernova patlamaları, ikincisi ise güneş rüzgarı. Güneş sistemimizin çok ötesinde uzayın derinliklerindeki galaksiden sürekli olarak dünyamıza gelmekte olan bu girici iyonların çok yüksek enerjileri var. Bu yüksek enerjili kozmik ışınların, güneş sistemimize girdiğinde, güneşin yaydığı  ‘Güneş Rüzgârı’ denilen ve çoğunlukla elektronlardan oluşan dev akımın ürettiği manyetik alanın direncini yenmeleri gerekiyor. Ancak Güneş Rüzgarının şiddeti  sabit olmayıp her 11 yılda bir değişim gösteriyor. Güneş rüzgarını yenip dünyaya yaklaşmakta olan ‘daha girici iyonları’ bu kez dünyanın manyetik alanının saptırmasının yanısıra, geçmeleri gereken yoğun hava tabakalarının molekülleri frenliyor (Dünyanın her cm2 yüzeyi üstünde 1 kg hava var!).Bu ‘çok hızlı’ ve dolayısıyla ‘çok yüksek enerjili’ protonlar, ağır iyonlar, havada yolları boyunca çarptıkları atomlardan, sayıları çığ gibi artan mezonları  ve daha birçok girici ikincil parçacıkları üretip atmosferde ve yeryüzünde bizleri  etkiliyorlar ki bunların başında yerin derinliklerine kadar girebilen müonlar geliyor.
Dünyanın çevresindeki manyetik alanın kozmik ışınları saptırması ve atmosfer katmanlarının da bunların enerjilerini soğurması sonucu,  deniz yüzeyine yaklaştıkça bunların etkileri ve dolayısıyla bunlardan oluşan radyasyon dozları da gitgide azalıyor. Bu nedenle 2000 metre gibi yüksek yerleşim yerlerinde kozmik ışınlardan oluşan radyasyon dozu, deniz düzeyindekinin 2-3 katından daha  fazladır. Buna rağmen, bu dozun oralarda yaşayanların sağlığına olumsuz bir etkisi olduğu belirlenmemiştir. Dünya üzerinde diğer doğal kaynakların da katkılarıyla (evlerdeki radon gazı, besinlerdeki ve havadaki doğal radyoaktif maddelerden) aldığımız toplam radyasyon dozu ise, yılda ortalama olarak 2,4 mSv kadardır (Ayrıntılar için bkz.: /2/).   

Şekil 3:  Saniyede havanın her cm3 başına iyon çiftlerinin yükseltiyle artması  ve  Nobel Fizik ödüllü(1936) Victor Hess’in (1883-1964) balonu  (ilk kez  1912’de Victor Hess balonla yükselirken her iki iyon odasıyla (elektroskopla) ölçümler yaparak kozmik ışınların varlığını kanıtlamıştır) .

-          Mars’ta doğal radyoaktif maddelerin olmayışıyla, manyetik kuşağın, atmosferin ve suyun zamanla yok oluşu-Sorumlusu: Güneş Rüzgarı
Mars çevresinde manyetik kuşak olmadığından güneş rüzgarlarını saptıramıyor ve güneş rüzgarları zaman zaman Mars’ta etkili olduğundan, ileride insanların orada olabilecek yaşam koşullarını ağırlaştıracaktır.  Güneş rüzgarları, güneşten saniyede 400 ile 900 km hızla yayınlanan başta proton, elektron ve helyum çekirdekleri olan alfalar olmak üzere diğer atom çekirdeklerinden oluşuyor.


Şeki 4 Güneş Rüzgarı: Solda güneş, ortadaki çizgiler Güneş Rüzgarı, sağda küçük bir küre olarak gösterilen dünyamız ve çevresindeki manyetik kuşak çizgileri görülüyor. Bu manyetik kuşak, dünyamızı güneş rüzgarlarından koruyarak atmosferin ve suyun kaybolmasını önlüyor. Mars’ta ise manyetik kuşak zamanla yok olmuş .

Mars’a daha önce yollanan uzay araçlarından elde edilen bulguların değerlendirilmesi sonucu, Mars’ta 3-4 milyar yıl önce su ve dünyadakine benzer bir atmosfer olabileceğine işaret ediyor. O zamanlar henüz sıcak olan Mars, kendi rotasyon hareketiyle, çekirdeğindeki sıvı metaller de dinamo gibi dönerken, çevresinde bir manyetik kuşak oluşturuyordu. Mars zamanla soğurken yapısında radyoaktif maddelerin yeterince bulunmayışı nedeniyle olacak, bunlardan yayınlanan yüksek enerjili alfa tanecikleri ve diğer radyasyonlarla (dünyadaki durumun aksine) içten ısıtılamadığından, çekirdeği katılaşmış ve Mars çevresindeki manyetik kuşak zamanla yok olmuştur. Manyetik kuşak kaybolunca, güneş rüzgarları saptırılamamış ve bunlar da Mars yüzeyindeki atmosferi süpürüp uzaya götürmüşlerdir. Arta kalan çok düşük atmosfer basıncında ise Mars’taki suyun çabucak buharlaşmış olacağı açıktır. Kısacası Mars’ta dünyadaki gibi yeterli miktarda radyoaktif maddeler bulunsaydı, Mars, zamanla kendiliğinden soğumasına karşın ısıtılabilecek ve bunun sonunda da manyetik kuşak yok olmayacak, güneş rüzgarları saptırılacak, Mars’ta atmosfer de su da dünyadaki gibi bulunabilecekti.  Öte yandan, Mars’ta bölgesel manyetik alanların bulunduğunu belirten yazılara literatürde rastlanıyor.
-         Curiosity Mars Rover aracı nasıl işliyor ve Mars’taki çalışmaları
Criosity Mars Rover aracı, amacına uygun olarak, Mars’ta mikro organizmalar düzeyinde geçmişte ve bugün bir yaşam olup olmadığını araştırabilecek şekilde yapılmış ve donatılmıştır. 900 kg kütlesindeki Rover, 3mx2,7mx2,3m büyüklüğünde olup Mars yüzeyineki 75 cm büyüklüğüne kadar olan molozları, serbest taşları 90 metreye kadar götürebilirken saatte 30 metre ortalama hızıyla da ilerleyebiliyor. Rover, diğer uzay araçları gibi güneş panellerinden elde edilen enerjiyle değil, 43 kg kütlesindeki bir ‘plütonyum aküsü’ndeki  87,7 yıl yarılanma süreli plütonyum 238 radyoizotopunun yayınladığı alfa taneciklerinin enerjisinin termoelementlerde elektrik enerjisine dönüştürülmesiyle çalışıyor (Radioisotope Thermoelectric Generators /RTG/). 5,6 MeV enerjili alfa tanecikleri yayınlayan Pu 238 izotopu, aküdeki 4,8 kg PuO2 maddesinin yapısında bulunuyor. Pu238 radyoizotopunın 1 gramı 0,5 Watt güçte yüksek bir enerji verdiğinden uzay araçlarında kullanılıyor. Rover, örneğin, Ekim 2016’da, kaya ve kil örnekleri almak için 5.000 metre yüksekliğindeki bir dağın yamaçlarına da bu enerjiyle kolayca  tırmanabilmiştir (Şekil 1).

Şekil 5: Curiosity Mars Rover aracı ve üzerindeki aletlerden bazıları: Chem Cam: kuvvetli bir laser, bir spektrometre ve camera içeriyor, REMS: Rover Envıronmenal Monıtorıng / çevre monitoru, CheMin: Toprak örnekleinin incelendiği kimyasal mineraloji sistemi. Diğer aletlerin kısaltmaları için bkz: /https://www.nasa.gov/mission_pages/msl/index.htmlttps://www
Aracın üzerinde Şekil 5’de gösterilen kameralar, laser ve spektrometreler gibi çeşitli aletlerle kimyasal ve diğer analizler yapılıp sonuçlar NASA’ya, aracın  üstündeki verici antenden, radyo dalgalarıyla iletilmektedir. Mars’tan dünyaya olan büyük uzaklık (ortalama 250 milyon km) nedeniyle, ışık hızındaki sinyaller, NASA kontrol merkezine 15 dakika kadar bir gecikmeyle ulaşabiliyor. Gerek Rover’in dünya üzerinde hazırlanması ve yapımı  gerekse Mars’a yollanması ve orada çalıştırılmasıyla ilgli olarak  harcanan para 2,5 milyar usd’yi bulmuştur. Ekim 2016’ya kadar Rover’in NASA’ya yolladığı fotoğraf sayısı 180.000 kadardır. Öte yandan, NASA’nın 2030 yılında 4 astronotu  Mars’a yollamakla ilgili bir proje üzerinde çalıştığı medyada yer alıyor.
-         Mars’ta yaşanabilir mi? 200.000 kişilik koloni kurma girişimleri!
Mars, dünyadan ortalama 250 milyon km uzaklıkta (aramızdaki uzaklık, Dünya ve Mars’ın yörüngelerinde bulundukları yere göre 56 milyon km ile 401 milyon km arasında değişebiliyor). Mars’a 253 günde varan Rover, ortalama olarak günde 1 milyon km’lik bir yol almış demektir.  Mars  atmosferinin basıncı dünyadakinin  %1’i bile değil. Çekim kuvveti de çok az, dünyadakinin %38’i kadar. Mars atmosferi %95 CO2’den, %2,7 azot, %1,6 argon ve eser miktarda da CO, oksijen ve su buharından oluşuyor. İnce toz parçacıkları, sıcaklık farklarından oluşan rüzgarlarla orada bir çok yerde olabilir. Mars’ta ancak kapalı yerlerde kalınabileceği  ya da özel basınçlı giysilerle dışarıda dolaşılabileceği açık (Bkz. Şekil 6). Mars’a epey su ve basınçlı hava da götürmek gerek. Sıcaklık +20 ile -80 hatta -150 derece arasında değişebiliyor. Ay’da +130 ile – 160 Co , Venüs’te ise 400 Co  olduğundan,  Mars oldukça yaşanabilir bir yer olarak görüldüğünden Mars’a gitmek için ilgi epey büyük. Son yıllarda Mars’a insan götürüp orada koloni kurmak girişimlerinin epey çoğaldığı medyada yer alıyor /3/. 200.000 kişiyi barındırabiliriz diyenler var. Öte yandan Mars’a  gitmek için başvuran her kişinin, uzay yolculuğuna katlanabilecek astronot sağlığında  ve  becerisinde  olması beklenemeyeceğinden bir çok kişinin eleneceği beklenir.

Şekil 6: Science Fiction resimlerinden : Kozmik ışınlardan, toz fırtınalarından ve aşırı sıcaklık değişimlerinden korunmak için çoğu Mars yüzeyinin altında olacak şekilde tasarlanan yerler ve Mars’ta yaşam modelleri
Dünyanın %1’i kadar bile olmayan Mars’ın ince atmosferi, buna rağmen, kozmik ışınlarının etkisini bir miktar azaltabiliyor ve radyasyon dozu bu nedenle Mars yolculuğunda alınan dozun yarısından daha az. Uzun dönüş yolculuğunda  kozmik ışın dozu, gidiş dozuyla birlikte kanser riskini artıracağından gidenlerin orada ölene kadar kalmasının gerektiğini ileri sürüp dönüş bileti verilmeyeceği medyda yer alıyor. Mars’ta kapalı yerlerde sebze meyve yetiştirilebileceği de belirtiliyor.
Mars’ta hastalanan, ivedi ilaç ya da tedavi ve ameliyat bekleyen insanlara ise ancak 6 ay sonra dünyadan yardım gelebileceğinden (o da uzay aracı hemen yola çıkarsa!),  insanlar, bu yardım gelmeden önce, daha da hastalanıp ölebilirler. Mars’a gidecek insanları, orada hiç de kolay uyum sağlayamayacakları nasıl bir yaşamın beklediği, ne çeşit basınçlı giysi ve barınaklarda uzun süre hava yokluğundan, soğuktan, radyasyondan ve diğer etkenlerden korunmalı olarak nasıl kalabilecekleri sorgulanabilir. Böyle bir yaşamın ise, dünyada alışageldiğimiz yaşamla bir ilgisinin olamayacağı açık. Ayrıca  yolcuların, gerek Mars yolundaki küçük kapsülde gerekse Mars’taki barınaklarda geçirecekleri uzun sürede psikolojik sorunlar yaşamaları, birbirlerine sataşmaları hatta saldırmaları da beklenebilir. Daha büyük  şiddet olaylarının yanı sıra beyin hasarı, kanser ve diğer  hastalık riskleri de göz önüne alındığında,  Mars’ta yaşamın hiç de özenilecek bir yaşam olmayacağı ve ‘science fiction’  olarak kalacağı daha büyük bir olasılıktır. Belki, ISS uzay istasyonunda olduğu gibi, bilimsel araştırmalar yapacak sınırlı sayıda astronotun ileride Mars’ta kurulabilecek bir istasyonda süreli olarak kalabileceklerini, eğer bulunabilirse  bazı değerli madenleri ya da taşları orada işleyebileceklerini  ya da ilaç gibi bazı maddeleri üretip dünyaya getirebileceklerini düşünebiliriz. Ancak  bu işler için bile ilerideki araştırmalara göre  Mars ya uygun olmayabilir ya da bugünden bilinemeyen başka nedenlerle, değerli madenlerin  asteroid’lerde (göktaşlarında) elde edilmeleri ve ilaçların da ISS gibi uzay istasyonlarında üretilmesi  belki de  daha uygun olabilir /Bkz. 4/. Uzay’la ilgili genel bilgiler için Bkz. /5/.



Radyasyon fiziğinin yazıda geçen kavram ve birimleri
İyon Çifti :
Atomlarla etkileşme sonucunda, ışınların atomların dış yörüngesinden elektron söküp, normal olarak elektriksel olarak yüksüz bir atomu‚ elektriksel yüklü duruma’ getirmesi ve böylelikle bir iyon çifti oluşturması. Örneğin bir gama  fotonunun havadaki bir azot atomunun dış yörüngesinden bir elektron sökmesi sonucu, serbest bir elektronla, geriye bir elektronu eksik bir azot atomu (iyonu) kalmasıyla oluşan ‘iyon çifti’(Ayrıntılı bilgiler: /2/).
Radyasyon doz birimi: Gray  
Radyasyonun maddeye aktardığı enerji kg başına 1 Joule ise bu 1 Gray doz olarak tanımlanıyor.
Aslında hücreler için çok büyük enerji olan ve hücrenin işlevini bozabilen 1 Joule’lük enerji, pratikte çok küçük bir enerji miktarıdır: Örneğin 100 gramlık bir çukulata paketini 1 metre yukarı kaldırmak için 1 Joule’lük bir enerji gerekiyor.
Radyasyon eşdeğer doz birimi: Sievert
Radyasyonun kalite katsayısıyla, Gray cinsinden dozun, çarpımı eşdeğer doz olarak tanımlanan Sievert’i veriyor. Kalite katsayısı radyasyonların cins ve enerjilerine göre değişiyor. Protonlar için 2 ve daha büyük, alfalar için 20 iken gama ve betalar için 1. Sievert dozu, hücreler için çok büyük bir birim olduğundan bunun binde biri olan miliSievert kullanılıyor.




Kaynaklar:
/1/ Messung der Strahlenbelastung auf dem Mars, Ralf-Mirko Richter, 11.Dez.2013, JPY Planetary Society ve  Measurements of Energetic Particle Radiation in Transit to Mars on the TheMars Science Laboratory C.Zeitlin el al.  / http://science.sciencemag.org/ January 2017  devam…
/2/  Radyasyon ve Sağlığımız? kitabı Nobel yayınları, 2014, Yüksel Atakan https://www.nobelkitap.com/kitap_113005_radyasyon-ve-sagligimiz.html 
/4/ Uzay Madenciliği, Herkese Bilim Teknik dergisi, 31.Sayı, 28 Ekim 2016, Sf.6, Mehmet E.Özel
/5/ „Uzay“ kitabı, Fuat İnce, Nobel Yayınları, 2015



Yüksel Atakan, Dr.Radyasyon Fizikçisi , ybatakan@gmail.com, Almanya



YAŞAMIMIZI, DOĞAL RADYOAKTİF MADDELERDEN YAYINLANAN RADYASYONLARA BORÇLU OLDUĞUMUZU BİLİYOR MUYUZ?

                                                                                                                                                
 Önce, ‘radyasyon’ sözcüğünden ne anladığımızı, konuya yabancı olanlar için açıklayalım:
Kabaca genel anlamıyla radyasyon, enerjinin bir yerden başka bir yere ışınlar ya da tanecikler halinde iletiminden başka bir şey değil.
Örneğin güneşten yeryüzüne, güneş ışınlarıyla​ enerji  iletiliyor. Güneş ışınları ise elektromanyetik radyasyondan başkası değil. Yeryüzündeki yaşamın varlığını ve sürmesini, güneş ışınlarına borçlu olduğumuzu biliyoruz. Eğer dünyaya güneş ışınları ulaşmasaydı, bitkiler özümleme yapamayacaklarından yer yüzündeki bitki örtüsü tahıl, sebze, meyve de oluşamayacağından, ancak bunlarla yaşamda kalabilecek diğer canlılar da var olamazdı. Bunu herkes bilir ama herkesin bilmediği, yerkürenin üst katmanlarındaki kayaçlarda (kabaca taşlarda, Şekil 1) başlangıçtan beri bulunan doğal radyoaktif uranyum, toryum ve potasyum ile bunlardan türeyen bir dizi başka radyoaktif maddelerin (Bkz.Şekil 2 ve 3) yayınladığı radyasyonların yaşam için zorunlu olduğudur.



Şekil 1: Yerküre: Crust:Yerkabuğu, Mantel: Manto, Dış ve İç Çekirdek

Doğal radyoaktif maddeler yaşam için neden zorunlu?
Doğal radyoaktif maddelerden yayınlanan alfa, beta ve gama ışınları halindeki radyasyonların/1/, Yer Kabuğunu ve onun altındaki Manto’yu zamanla ısıtarak canlılara yaşayabilecekleri bir ortam hazırladıklarından çoğumuzun bilgisi yoktur. 
Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar ve hesaplamalar /2/, yer kabuğu ve manto’daki toplam 44 TW’lık (*) ısıl güc’ün (her saniye üretilen ısıl enerji) yarısının (kabaca 24 TW) dünyanın oluşumu sırasındaki (primordial) enerjiden arta kaldığını, diğer yarısının (kabaca 20 TW) ise doğal radyoaktif maddelerden yayınlanan radyasyonların maddeyle etkileşmesi sonucu oluştuğunu gösteriyor. 
Bu 20 TW“lik ısıl güc'ün 8 TW’lık bölümü uranyum dizisindeki radyoaktif maddelerden, aynı miktarı da toryum dizisindekilerden ve 4 TW’lık bölümü de potasyum 40 radyoaktif maddesinden yayınlanan radyasyonlardan kaynaklanıyor. Bunu açarsak: Bu dizilerdeki radyoaktif maddeleden (Bkz. Şekil) yayınlanan alfa ya da beta ve gama radyasyonlarının çevrelerindeki maddeye (kayaçlar içindeki minerallere) enerjilerini aktararak, yani bunların enerji düzeylerini yükselterek, tepkimelerle (kinetik enerjiye dönüştürerek) ortamı ısıtmaları ve yer yüzünün sıcaklığının, yaşanabilir belirli aralıklarda kalmasını sağlamalarıdır (Genellikle yeryüzünün sıcaklığı:  +60 ve – 90 C derece arası, ortalama +9 derece kabul ediliyor). 20 TW= 20.000 GW’lık ısıl güç ise, 1 GW(1000 M​W)“lık ısıl güçlü 20.000 adet kömürlü ya da nükleer santralın ısıl gücüne (ya da saniyede üretilen ısı enerjisine) eşdeğer demektir.
Doğal radyoaktif maddeler bir yandan dünyamızın sıcaklığını yaşanabilir düzeyde tutarken, öte yandan da mağmadaki sıvı metallerin zamanla katılaşmasını önlüyorlar. Dünyanın rotasyon harektiyle sıvı mağma dinamo gibi dönerken, mağmadaki metaller (demir), dünyanın çevresinde bir manyetik kuşak oluşturuyorlar. Manyetik kuşak, güneş rüzgarlarını saptırıp, atmosferin süpürülüp uzaya götürülmesine ve arta kalacak çok düşük basınçlı atmosferde de suyun çabucak buharlaşmasına engel olmakta. Böylelikle dünyamızda, Mars’ın aksine, atmosfer ve su yok olmuyor.
Özetle, yaşamımızı yer küredeki doğal radyoaktif maddelerin hem dünyamızı ısıtmasına hem de böylelikle mağmanın zamanla katılaşmayıp dünyanın çevresinde manyetik kuşak oluşturmasına borçluyuz.





Şekil 2: Yerküre’deki U238 , Toryum 232 ve Potasyum 40 (K40) doğal radyoaktif maddeleriyle bunlardan türeyen diğer radyoaktif maddeler ve bunların yayınladıkları  alfa ve beta radyasyonları aşağıdaki şekillerde gösteriliyor. K 40’ın yarılanma süresi : 1,28 milyar yıl (1,28 milyar yıl sonra örneğin  1kg   K 40, yarım kiloya iniyor demek).




Doğal radyoaktif maddelerle, insan yapısı (yapay) radyoaktif maddeler arasında fark var mı?
Doğal radyasyonun yeryüzünün ısıl enerjisini sağlayarak, dünyadaki yaşamın ancak böylelikle oluşabildiğini yukarıda açıkladık.
Gerek reaktörlerde gerekse özel laboratuvarlarda üretilen ya da ortaya çıkan (insan yapısı, yapay) radyoaktif maddeler ve bunların yayınladıkları radyasyonların, aynı cinsten doğallarıyla, aralarında bir fark bulunmuyor.  Nükleer santrallardan, Röntgen makinalarından ya da tıpta kullanılan kobalt ve diğer radyoaktif kaynaklardan yayınlanan radyasyonların vücudumuza  etkisi ya da zararlı olma riski nedir? Tüm bu insan yapısı radyasyon kaynakları kontrol altında,  güvenli olarak kullanıldığında insana etki belirli sınırlar ya da sınır değerler altında kaldığından vücudumuza zararlı olma riski de çok düşüktür. Ancak çok seyrek olan kaza durumlarında vücudumuza zararlı olma riski artabiliyor. Tıpta, tümörlerin öldürülmesi gibi hastaya yararı olacak durumlarda ise yüksek radyasyon dozları, hastanın yaşamını sürdürmesi ön planda olduğundan, zararlı olma riski göze alınıyor.
İnsan yapısı radyoaktif maddelerden yayınlanan radyasyonların vücutta oluşturabileceği düşük düzeydeki radyasyon dozlarının vücuttaki etki ve riskleri, ancak doğal radyasyonların vücuttaki etki ve riskleriyle karşılaştırıldığında bir anlam taşıyabiliyor. Şekil 2’de  görülen radyoaktif maddeler topraktan bitkilere, sulara, hayvanlara ve bunlardan da sindirim ve solunum yollarıyla,  insan vücuduna bir miktar giriyorlar. Bu nedenle vücudumuz, az da olsa radyasyon saçıyor. Örneğin topraktan salınan radon gazı, vücudumuzdaki doğal radyasyon dozunun yarısını oluşturuyor ve bu, hiç de az değil. Özellikle iyi havalandırılmayan evlerin alt katlarında radon gazı daha çok bulunduğundan vücuda etkisi ve kanser riski de daha fazla /1/. Öte yandan kozmik ışınlar ve onların ürettikleri bir dizi radyoaktif madde de doğrudan(dıştan) ve solunum yoluyla da bizi ışınlıyor. Vücudumuzdaki hücreler evrimle sadece radyasyonlara direnmeyi değil, bunlarla birlikte yaşamayı ve belki de radyasyonlardan yararlanmayı öğrenmişler ki sağlıklı yaşayabiliyoruz diyebiliriz.
İnsan yapısı radyoaktif maddelerden yayınlanan radyasyonların vücuda etkileri incelenirken, doğal radyasyonu ölçüt  alarak karşılaştırmalar yapıp değerlendirmek ve bunların  etkilerini büyütmemek doğru olur.  Tıpta, kobalt 60’dan yayınlanan gama ışınlarıyla tümörler öldürülürken ya da Röntgen filmi çektirdiğimizde Röntgen makinasından yayınlanan Röntgen ışınları (radyasyonu), bilgisayar tomografisinde  (BT) hedef olduğumuz radyasyonlar, insan için yararı olan radyasyonlara örneklerdir.
Ancak bu uygulamaların da, az da olsa, vücuda zararlı olma riskleri vardır. Bu nedenle özellikle tıp doktorlarımız, bu uygulamaları ancak gerekli ya da zorunlu olduğunda kullanmalıdırlar.
Her şeyde olduğu gibi, radyasyon dozunda da, miktarın aşırı olmaması önemlidir.
Vücudumuzdaki ve çevremizdeki doğal radyoaktif maddelerden yayınlanan radyasyonlarla ve kozmik ışınlarla, insan var olduğundan beri, iç içe yaşıyoruz. Vücudumuza her saniye 10.000 kadar (günde 860 milyon) giren, çıkan çeşitli doğal radyasyonlardan habersiz olarak, hatta sevgiden sarıldıklarımızı, az da olsa ışınlayarak, yaşamımızı sağlıklı olarak sürdürürken, ‘radyasyonsuz yaşam’ düşünülebilir  mi?

Radyoaktif madde, radyoizotop, radyonüklid /1/
Bir elementin atom çekirdeklerinde aynı sayıda proton ve farklı sayıda nötron bulunduğunda, bu çeşit atomlar o elementin izotopları adını alıyorlar. Çekirdeklerindeki nötron fazlalığı sonucu izotopların çoğu ‘kararsız’ olduklarından radyasyon (ışın) salıp bozunarak başka izotoplara dönüştüklerinden bu çeşit maddelere ‘radyoaktif madde’(örneğin radyum, uranyum), ve bunların belirli örnekleri de ‘radyoizotop’ ya da ‘radyonuklid’ (örneğin Ra 226, U 235) adını alıyorlar. Örneğin doğal potasyumun 40 nolu örneğinin radyasyonlar yayayarak argon ve kalsiyum“a dönüşmesi gibi (Bkz. yukarıdaki şekil).
110 kadar elementin toplam 2.500 kadar izotopu olup bunlardan 250 kadarı ‘kararlı’, diğerleri karasız olan radyoizotoplardan oluşuyor (Kararlı izotop: Radyoaktivite özelliği göstermeyen ya da  ışın salmayan  atom çekirdeği). Aşağıdaki şekillerde, urayumu zengin bir taş örneğiyle, radyoaktif bozunma ve ortaya çıkan doğal radyasyonların maddeyle etkileşme şekilleri gösteriliyor.
Radyasyon, Doğal Radyasyon, iyonlaştırıcı radyasyon?
Radyasyon deyince, halk arasında, genellikle radyoaktif maddelerin yayınladığı alfa, beta ve gama ışınları akla geliyor ama bu doğru değil. Genel anlamda, radyasyon, her çeşit ışınları kapsıyor. Örneğin güneş ışınları da radyasyondur ama radyoaktif maddelerden yayınlanan gama ışınlarına oranla enerjileri sadece milyonda bir kadar olduğundan madde ya da vücut içlerine girip,  hücrelerdeki atomlarla etkileşip bunlardan elektron sökemezler ya da bunları iyonlaştıramazlar. Halbuki  Şekil 3’ün en sağında görüldüğü gibi radyoaktif maddelerden yayınlanan, dalga boyları çok daha küçük, enerjileri çok daha yüksek radyasyonlar ya da  ışınlar atomlardan elektron sökebildikleri için bunlara ‘iyonlaştırıcı ışınlar ya da iyonlaştırıcı radyasyonlar’ deniyor.Görünür ışığın bileşenlerinden en girici (enerjisi en yüksek) olan mor ötesi (UV) ışınları bile,  gama ışınlarından 10.000 kat daha az enerjidedir ve bu nedenle mor ötesi ışınları yazları deniz kıyısında uzun süre yattığımızda sadece deride hasar oluşturabilirler, vücudun içine pek fazla giremezler.


Şekil 3: Uranyumu zengin bir taş örneği, Radyoaktivite (Atom çekirdeklerinden radyasyonların yayınlanması) ve yayınlanan radyasyonların başka atomlardan elektron sökmesi (iyonlaştırma)


------------------------------------
 (*) 1 TW (1 Terawatt)= 1012 Watt= 1000 GW (Gigawatt)= 1 Milyon MW (Megawatt)
/1/ Radyasyon ve Sağlığımız? kitabı Nobel yayınları, 2014, Yüksel Atakan
https://www.nobelkitap.com/kitap_113005_radyasyon-ve-sagligimiz.html
/2/ T. Araki et al. (KamLAND collaboration), Nature 436, 499 (2005).https://doi.org/10.1038/nature03980Google Scholar



Yüksel Atakan, Dr.Radyasyon Fizikçisi,

Almanya