..

..
..
Mustafa Özcan Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mustafa Özcan Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2014 Cumartesi

Türk-Japon Nükleer Güç Anlaşması'na Zenginleştirme Maddesi Eklendi (Mustafa Özcan, 11 Ocak 2014)


Türk-Japon Nükleer Güç Anlaşması'na Zenginleştirme Maddesi Eklendi
 
2013 Ocağının ikinci haftası içinde Başbakan başkanlığındaki Türk heyetince Japonya'ya yapılan resmi ziyarette uluslar arası camia için sürpriz denecek  kadar dikkat çeken bir olay yaşandı. Daha önce imzalanmış olan nükleer tesis kurulması anlaşmasına  nükleer yakıt için uranyum zenginleştirmesinin yapılabileceği hususunda bir madde eklendi.
 
Türk tarafında konunun sahibi ve yetkili temsilcisi olarak Enerji Bakanı Kılıç'ın kendilerinin böyle bir talebi olmadığı yönündeki beyanının doğru olduğu kabul edildiğinde ise teklifin Japon tarafınca yapıldığı sonucu çıkmaktadır.
 
Hem Türk, hem de Japon tarafından gelen bu tepkilerden bu durumun anlaşmanın normal seyri dışında bir gelişme olduğu anlaşılmaktadır. Bakan Yıldız'ın bunun bir Türk talebi olmadığı ve sadece eğitim amaçlı olduğu yönünde ifadesinin yanı sıra Japonya muhalefet partisinin de duruma tepki göstermesi akla arka planda beklenenin dışında bazı farklı oluşumların varlığını işaret etmektedir. 
 
Konunun uluslararası  önemde bir olay olduğu ise Greepeace (Yeşilbarış) adlı çevreci örgütün anlaşmanın Türk Parlementosu tarafından hemen ret edilmesini yönündeki talebinden anlaşılmaktadır. 
 
Akılda tutulması gereken şey ise Japonya'nın G8 Zirvesi'nin Pasifik bölgesindeki dört üyesinden biri oluşu nükleer güç konusundaki küresel ilişkilerin yeni bir aşamaya ulaştığı anlamını doğurmaktadır. Muhtemeldir ki durum Pasifik bölgesindeki güçlerin ortak bir konsensüs içinde hareket edilinmesinin bir sonucudur. Bunun Atlantik ve iki bölgenin ortası olarak Orta Doğu için yeni bir denge durumu yaratacağını kabul etmek gerekir.
 
Başka bir deyişle bu durumda, İran'ın nükleer faaliyetleri konusunda yumuşayan uluslar arası tutum da dikkate alındığında Orta Doğu'nun nükleer gücün yayılması yönünde yeni bazı gelişmelere sahne olacağını ön görmek yanlış olmaz. Bazı dip dalgalarının bölgede yeni bir denge durumunu sağlamak yönünde yüzeye doğru hareket etmekte olduğunu söylemek doğru bir saptama olacaktır sanırım.
 
Konu hakkındaki daha ayrıntılı ve geniş bilgilere internetteki Enerji Günlüğü dergisininhttp://enerjigunlugu.net/akkuyu-santralinin-yer-lisansi-onaylandi_6475.html#.Us6R1vRdVIw sayfasındaki haberlerden ulaşmak mümkündür.

Mustafa Özcan (11 Ocak 2014)


1 Kasım 2013 Cuma

Ülkemizin Enerji ve Madencilik Stratejisine Kısa Bir Bakış (Mustafa Özcan, 1 Kasım 2013)


Ülkemizin Enerji ve Madencilik Stratejisine Kısa Bir Bakış


21. yüzyıl’a sosyal ve teknik mahiyet ile bugünden küresel olarak bakıldığında iklim ve enerji konularındaki olayların dorukta seyrettiği bir çağ olacağını şimdiden söylemek kehanet olmaz.
 
Konu bu bakış ile Türkiye’nin mevcut enerji ve madencilik durumu yönüyle dünya çapında küresel bir değerlendirme yapılarak ele alındığında halen harcıâlem olarak kullanılmakta olan enerji hammaddeleri ve maden varlıkları bakımından Yurdumuzun oldukça “zayıf” durumda olduğu hemen görülür.

Ancak konu, çeşitlilik ve gelecek teknolojileri ışığında ortaya çıkmakta olan yeni gereksinimler yönüyle ele alındığında durum değişmektedir. Geleceğin yeni teknolojilerinde gerekecek olan sınaî ve enerji hammaddelerinin için küresel olarak yapılan karşılaştırmalarda Ülkemizin bu yeni kaynaklardaki arz potansiyeli yönüyle zengin bir varlığa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle de gelecek vaat eden ülkeler kategorisinde yer alacağını söylemek sadece bir gerçeği ifade etmek olacaktır.

Halen gaz ve sıvı taşıl (fosil) yakıt olan petrol varlıkları yönü ile fakir olmamıza karşın katı taşıl yakıt olan kömür rezervlerimizin Ülke ihtiyacını uzun yıllar karşılayabilecek bir kapasiteye sahip olduğunu biliyoruz. Bu yakıt tipinin enerji ihtiyacı için doğrudan kullanımı veya uygun teknolojilerle likidasyonu sonucu elde edilecek suni petrol ve gazın bunların ithali nedeni ile oluşmuş kara delik düzeyindeki cari açığı kapatabileceği de bir gerçektir. Ancak bu durumun iklimsel ısınmanın baş sorumlusu olan sera gazı salınımında bizim için ciddi bir olumsuzluğa yol açacağını akıldan çıkarmamak da gerekir. Bu konuda ileride yapılacak yatırımların boyutunu bu iki etmen arasında oluşturulacak akılcı dengenin belirlemesi gerektiği apaçık ortadadır.

Bor rezervlerimizin dünyada mevcut olanın üçte ikisinden de fazla olduğu neredeyse herkesin malumu bir husustur. Bu nedenle gücümüzü beş temel bor türevinin ötesindeki uç ürünlerin üretimine ve bunların dünya çapında daha ileri düzeyde kullanımı için akademik olmayan endüstriyel  “araştırma-geliştirme” çalışmalarına yöneltmemiz gerekecektir. 

Öte yandan bor rezervlerinde olduğu gibi Yurdumuzu dünya çapında ön sıralara yerleştiren, ancak az bilinen toryuma en az bor kadar önemi acilen göstermemiz gerekmektedir. İleri endüstriyel bir toplum olarak yüksek elektrik tüketimi durumunda dahi Ülkemizin üç yüz yıllık toplam enerji ihtiyacının tümünü karşılamaya muktedir bir rezerv potansiyeline sahip olan toryumun yeşil enerji kaynağı özelliğinde olduğu konusu olağan üstü bir öneme sahip husustur. Yani, nükleer silahlanmayı engelleyen, çevreyi az veya hiç kirletmeyen, iklimsel ısınmaya kesinlikle yol açmayan ve de ucuz elektrik arzına olanak sağlayacak olan toryum enerjisi 21. Yüzyıl’ın ikinci yarısında birincil mahiyetteki baz enerji ihtiyacını küresel olarak karşılamaya yönelik ilk doğal kaynak olmaya en yakın aday görünümündedir.

Bu bakımdan temel ve akademik araştırma faaliyetlerinin yanı sıra toryum enerjisi konusunda endüstriyel ar-ge çalışmalarının da hızla başlatılarak sınai geleceğimizin ve kalkınmamızın bu yolla teminat altına alınması bir kaçınılmazlık olarak karşımızda durmaktadır.

Ayrıca en genel bir ifade ile de, maden ve enerji kaynaklarımızda arz güvenliğinin sağlanması için çeşitlenmeye gidilmesini, ödemeler dengesinin düzelmesi için hızla yerlileşmeye yönelinmesini ve insanoğlu ile doğanın korunması için de sürdürebilirliğin benimsenmesini temel stratejiler olarak kabullenmemiz gerekmektedir.

Mustafa Özcan (1 Kasım 2013)



1 Mayıs 2013 Çarşamba

21. Yüzyılın ilk Küresel Mücadelesi: Batı ile Çin Arasında Nadir Topraklar (Mustafa Özcan, 1 Mayıs 2013)


21. Yüzyılın ilk Küresel Mücadelesi: Batı ile Çin Arasında Nadir Topraklar
 Alman düşünür W. Goethe ‘tarih, anlamayanlar için tekerrür eder’ derken, insanların olumsuzluk olarak yaşadığı olayları anlayıp doğru değerlendiremediğinde bilmeyerek uyguladığı yanlış çözümler sorunları gideremeyeceğinden sonuçta olayların tekrarının yaşanacağını kastetmektedir. Ama deyiş, anlamın dilsel tersinir halini, yani insanın entelektüelliğini doğru kullanması durumunda tekerrürün yaşanmayacağını zımnen de olsa içermektedir.
Yüksek bir entelektüelliğin ürünü olan bu sözün ortaya çıkardığı kavrayışı Batı dünyasının bile tam anlamı ile yerine getirebildiğini hiç sanmayın.
Bu görüşüm özellikle de büyük ölçekli, uzun dönemli tarihsel olaylar için geçerlidir. Örneğin, biliyoruz ki Batı, 20. Yüzyıl başlarında dünya petrol kaynaklarının denetimi üzerinde bazen gizliden, bazen de açık seyreden uluslararası bir savaşıma sahne oldu.
21. Yüzyılın başında bu türden yeni bir olayı, yani tarihin tekerrürünü yaşamaktayız diye düşünüyorum. Geçmişte Batı’nın kendi içinde petrol kaynakları konusunda yaşanmışa benzer büyük bir hammadde savaşımının şimdi ise Batı ile Çin arasında bu Yüzyıl’ın ilk on yılında sürmekte olduğunu söyleyebilirim.
***
Küreselleşmenin beklenen bir sonucu olarak sanayileşmiş ülkelerin kendi mal ve hizmet kapasitelerini büyütmek için ana motor mahiyeti ile Çin’e ihtiyaç duymakta oldukları artık herkesin bildiği bir gerçektir. Küreselleşmenin her tür işe ve olaya güçlü bir şekilde karışmış bir olgu niteliğinde olmasının bir sonucu olarak artık dünyadaki her ülkenin doğal kaynaklara erişim konusunda derin stratejilere dayalı politikalara ihtiyaç duyulan bir çalışma şekli benimsemiş olması gerekmektedir.  
İşte bu doğrultuda da Çin, doğal kaynaklara dünya çapında büyük miktarlarda yapılacak yatırımların uluslararası piyasalarda kendine rekabet üstünlüğü sağlayacağını anlamış ve bunu piyasa üstünlüğü kurmak için kullanmayı kendine şiar edinmiştir.  
Bu kapsamda dünya madencilik sektörü ile biraz ilgili olan her kişi Çin’in ileri teknoloji için vazgeçilmez malzeme niteliğine sahip olan, periyodik tabloda lântanitlere skandiyum ile itriyumun dâhil olmasıyla oluşan 17 adet metalde, yani nadir toprak elementi (NTE) metallerinde mutlak bir tekel haline geldiğini bilir.
Söz konusu metaller, özel elektrik motorları, solar hücreler, cep telefonları, LCD ekranlar, melez araçlar, yüksek nitelikli mıknatıslar, kimyasal katalizörler ve benzeri pek çok yüksek teknoloji ürününün olmazsa olmazı durumundadır.
İşte bu nedenle Batı kendi yenilikçi endüstrisinin en kritik girdisi niteliğindeki bu metalleri hazır olarak çok büyük oranlarda Çin’den ithal etmek zorunda kalmaktadır. Sanayileşmiş ülkelerin nadir toprak metalleri ithalatında Çin’in payı son zamanlarda % 95’in dahi üzerine çıkmış olduğundan akıllara hemen Batı’nın böyle bir duruma nasıl düştüğü sorusu gelmektedir.
Batı, nadir toprak madenciliği sektörüne, yüksek pasa oranından kaynaklanan ucuz işgücü ve geniş depolama baraj alanı gerekleri nedeni ile uzun yıllardan beri “geri kalmış ülkeler içindir” gözü ile bakmıştır. Doğaldır ki Batı’nın bu aymazlığı, fiyatlarının 2011’de katlanarak artmasına değin sürmüştür.
Ülkesinin siyasi olmanın yanı sıra endüstriyel süper bir güç olmasını da sağlayan Komünist Partisi’nin eski Lideri Deng’in daha 20 yıl önce söylediği gibi “Orta Doğu’nun petrolü varsa bizim de nadir topraklarımız var” sözündeki bilinç algısının bugünkü Çin Yönetimi’nce de benimsenmiş olduğu anlaşılıyor. Batı’nın işte bu konudaki farkındalığı çok gecikmiş olarak ortaya çıkabilmiştir.
Bu anlayış doğrultusunda nadir toprak kaynakları konusunda geliştirdiği küresel piyasa stratejisine göre Çin, geçtiğimiz dönemde ileri teknolojiye sahip sanayileşmiş ülkelere olan ihracatını kademeli olarak kısarak 2005’te 65.000 ton olan miktarı 2011 yılında 14.500 ton’a düşürmek sureti ile fiyatların küresel düzeyde katlanarak artmasını sağlamayı başarmıştır.
Çin’in yeni bir tür olan kapitalizminin hammadde stratejisinin yarattığı şok darbesinin ardından eski Batı kapitalizmi sersemliğini attıktan sonra yüzyıl önceki petrol savaşıma benzer bir mücadelenin yapılması gerektiğinin farkındalığı ile gecikmiş olaraktan da olsa hızla harekete geçmiştir.
Şimdilerde Batılı madencilik devleri, kendileri için uzun vadeli savunma stratejilerine dayalı politika geliştirme arayışı içinde acil kipten olmak üzere teyakkuz halinde bulunmaktadırlar. Halen bu kapsamda ilk aşamada ivedi olarak senaryo temelli strateji alternatifleri üretiminin yapılmakta olduğu bilinmektedir. Yakın bir gelecekte mücadelenin iyice kızışacağını ön görmek herhalde yanlış bir değerlendirme olmasa gerekir.
***
Öte yandan Türkiye’nin bu uluslararası denklemdeki yerinin ne olduğu sorusu ise halen net değildir. Bu yöndeki bir irdeleme ayrı bir makale konusu olduğundan incelemeyi gelecekteki yapacağım bir denemeye bırakmak istiyorum.
Mustafa Özcan, 1 Mayıs 2013


20 Nisan 2013 Cumartesi

Toryum’un Stratejik Önemi (Mustafa Özcan)



Toryum’un Stratejik Önemi

Başlıktaki sıfatın isim hali olan Fransızcadan dilimize girmiş strateji sözcüğü Yunanca kökünde karargâh demektir. Yani, strateji köken olarak genelde algılandığı gibi sadece askeri anlam boyutu başat olan değil de karar verme, komuta etme ve yönetme ile ilgili her durumu kapsayan ayni zamanda sivil boyutu da olan bir kavramdır. Ancak akıl ve bilim yerine zorlantılı gücün egemen olduğu binlerce yılı kapsayan önceki çağlar boyunca askeri mahiyet ile kullanımının olağan bir durum olduğu açıktır. Oysa şimdi artık akıl ve bilimin egemenliğindeki bir döneme girişin başlangıcı olarak 21. Yüzyılda bu kavramın sivil boyutunun başat kullanım kipi olacağını söylemek yanlış olmasa gerekir diye düşünüyorum. 
Eğer toryum yerine uranyum yazılsa idi başlık için bu açıklamayı yapmak zorunda olmayacak ve sözcüğü alışılmış genel anlamı ile askeri strateji yönünde algılanmasına göz yumacak idim. Çünkü nükleer teknolojinin uranyum kaynağından beslenmesinin genelde silah yapımı amaçlı olduğu çok bilinen bir gerçektir. Oysa toryum kaynağının enerjetik faydası yalnızca sivil amaçlı, yani refah, gelişme ve barış için kullanılabilmektedir. Bu durumda da başlıktaki stratejik sıfatı ticari işlere yönelik yüksek yönetsel niteliği olan şey anlamındaki bağlamla kullanılmaktadır. Böyle bir açıklama uranyumun kırmızı karakterine karşılık toryumun nükleer yakıt olarak bu niteliğine atfedilen “yeşil” karakteri belirginleştirmek için gerekliydi.
Bu girişten sonra toryumun enerji kaynağı olarak faydasını veriler temelinde öteki kaynaklar ile karşılaştırmalı olarak sunmak istiyorum.
Bu veriler, ABD’li nükleer araştırmacı R. Hargraves’in elektrik üretimindeki fiili ortalamaların temel alındığı, bu nedenle de sektörü temsil eder niteliği haiz olan bir çalışmasındaki maliyet değerlerleridir.
Hargraves doğal gaz, kömür, biyo kütle, rüzgâr ve güneş kaynaklı olarak üretilen elektrik enerjisinin kilowattsaat başına cent olarak maliyetini sırasıyla 4,8, 5,6, 9,7, 18,4 ve 23,5 olarak vermektedir.
Oysa aynı araştırmacıya göre toryum kaynaklı elektrik enerjisinin maliyeti 3,0 ¢/kWh’tir. Yani toryum kömüre göre yüzde 40’a yakın bir oranda daha ucuz bir elektrik üretimine el vermektedir.
İnsan bu karşılaştırmayı görünce gayri ihtiyari olarak dünyadaki rezervlerin % 11 veya 14’üne sahip olduğumuz ifade edilen toryum konusunda ne yapmakta olduğumuz sorusunu akla getiriyor.
Ayrıca da hemen gene birilerinin kuyruğuna yapışmış olup olmadığımız konusu da akla gelmiyor değil. Kendi göbek bağımızı ne zaman kesebileceğimiz sorusunu da ekliyoruz ardından sorgulamamıza.
Tüm bu sorular kapsamında yürüteceğimiz sorgulama ve irdelemelerle sürecek olan toryum enerjisi ile ilgili yazı dizisinin Blog’taki bu ikincisinde toryumun ticari boyutunun stratejik öneminin bir göstergesi olarak diğer kaynaklara göre üstünlüğünü göstermek istedim.
Şimdikinde maliyet boyutundan söz ettiğim, öncekindeyse dört yüz yıllık bir süre ile toplam enerji ihtiyacımızın tamamını karşılayabilecek olan potansiyelini vurguladığım yazılarımı toryum hakkında yeterli bir bilinçlenme oluşuncaya kadar sürdürmek istediğimi tekraren anımsatarak bu yazımı da bitiriyorum.
Mustafa Özcan
http://toryumendertopraklarplatformu.blogspot.com

6 Nisan 2013 Cumartesi

Toryum: Yeşil Çekirdek (Mustafa Özcan, 14.02.2013)


Toryum: Yeşil Çekirdek

Başlıkta doğaldır ki bitki tohumu olan çekirdekten değil de toryum elementinin özeğindeki nesneden söz ediyorum.  Ama ayrıca görüleceği gibi “yeşil” ile de, çekirdeksel güç için doğal girdi olarak kullanılan iki elementten “kırmızı” olan uranyum’u değil de onun karşıtı olarak “yeşil” diye nitelendirdiğim toryum’u kastediyorum.
Başka bir deyişle bu nitelemeleri, çekirdeksel gücün iki doğal ana kaynağı olan uranyum ve toryum elementlerinin çekirdeklerinin genellikle pek farkında olunmayan ama olağan üstü önemde olan kırmızı ve yeşil yakıştırmasına uyan karşıt özelliklerini vurgulamak için kullandım.
Refahın temel belirleyicisi olan enerji kaynakları gündemimiz olduğundan, konunun kilit önemi nedeni ile ilgililerince enformasyon aktarımında kullanılmakta olan terminolojinin ilkin genel anlamı ile asgarisinden anlaşılması gereklidir diye düşünüyorum. Bu nedenle, enerji kaynaklarının ihtiyaçlara uygunluğu yönünden sunduğu nitelikler itibarı ile araştırıcılarca yapılan sınıflanmalarda başvurulan tanımlamalara göz atmak yararlı olacaktır.  
Bu kapsamda yapılmış sınıflamalarda adlarında temiz, yenilenebilir, sürdürülebilir ve yeşil gibi nitelemeler kullanılan enerji kaynaklarından söz edildiği çoğu kimsenin malûmudur. Bu nitelemeler anlamları bakımından bir miktar örtüştüklerinde bazen kullanıcılar arasında tartışma da yaratabilmektedir. Ancak bununla birlikte genelde temizden, çevreyi kirletmeyen; yenilenebilirden, güneş ve dünya ısısı kaynaklı olan; sürdürebilirden, kaynak olarak insanlık için çağlar boyu bir yeterliliği olan ve yeşildense iklimle ilişkilerde uyumlu ve çevreyi kirletmeden sürdürülebilir olan anlaşılmaktadır.
Böylece ekosistemlerde çevre için olumlu mahiyet ile kaçınılmaz olarak bulunması gereken etmenlerden oluşan ekolojik değer ölçütlerini yukarıdaki tanımlamalardan çıkışla bir saç ayak üçlüsü şeklinde aşağıdaki gibi ifade etmek mümkündür:
·         İklimsel ısınmayı önleme için sera etkisiz olma,
·         Çevreyi kirletmemek için temiz özellikte olma ve
·         İhtiyaçların sürekli giderimi için sürdürebilir kaynak olma.

Ayrıca genellikle hepsini kapsayan durumu niteleyici bir gönderme olarak “yeşil” teriminin de alışkanlık yaratmış kullanılırlıkta olduğunu söyleyebiliriz.

Şimdi enerji kaynaklarının çevreye olan durumu bakımından konuyu bazı örneklerle kısaca irdelemeye çalışalım.
Fosil yakıtlardan kömür gibi katı haldeki kaynaklar üç ölçütü de ihlal ederken doğal gaz, temiz özellikte olmayı sağlayıp diğer ikisini, yani, sera etkisiz ve sürdürülebilir kaynak olmayı ihlal etmektedir.
Ama resmin bütününü görmek için, doğaldır ki, sözü edilen ekolojik ölçütlerin yanı sıra yaygınlık ve erişilebilirlik gibi coğrafi ile ekonomiklik ve güvenlik gibi diğer kategorik ölçütleri de dikkate alan değerlendirmelerin yapılması gerekmektedir.

Örnek vermek gerekirse, jeotermal ve hidrolik kaynaklar ekolojik ölçütlerle ekonomiklik ve güvenlik ölçütlerini yerine getirmekle birlikte yaygınlık ve erişilebilirlik kıstaslarından sınıfta kalmaktadır. Ayni şekilde yaygınlık ve erişilebilirlik yönü ile bakıldığında kutup bölgesinin bir kısmında veya kutup bölgesine yakın yerlerde rüzgârdan yararlanmak yaklaşık da olsa mümkün iken güneşten ticari enerji elde etmek kesin olarak imkânsızdır.
Öte yandan, bilinen doğal kaynakların kullanırlığını etkilemekte olan ölçütsel kategorilerden enerjetik gücün teknolojik olarak elde edilmesi sırasındaki teknik denetim faaliyeti anlamında olan güvenlik etmenini temsil eden ölçüt şimdiye dek insanoğluna yönelik ayrı bir “meydan okuma” olmuştur.
Güvenlik ile ilgili kategorik kıstas, Three Mile Island(1979), Çernobil (1986) ve Fukuşima (2011) gibi ikinci kuşak nükleer teknolojili reaktörlerde meydana gelmiş olan kazalarda ihlal edilmiş olup şimdilerde dördüncü kuşak reaktör tasarımı teknolojisi ile önlenmiş olduğu belirtilen “ergime” sorunu ve benzeri tehlike oluşturan acil durumların kontrolü ile sağlanmış gözükmektedir.  
Ayrıca bu yolla yakıt girdisi tümüyle yakılabildiğinden çevreye atık bırakma durumu da ortadan kalkacaktır. Ayrıca bu reaktörler, söz konusu bu iki olumluluğun yanında yıllardır birikmiş olan eski teknolojili reaktörlerin nükleer atıkları ile soğuk savaş sonrası nükleer bomba artıklarını da yakıt girdisi olarak kullanabilme becerilerinden dolayı üçüncü olumlu bir özelliğe de sahiptirler. Görüldüğü gibi IV. Kuşak nükleer teknolojiye sahip reaktörleri, enerji üretiminde çevreye olan olumsuz etkilerin neredeyse tümünü gidermiş olmalarından dolayı “yeşil” olarak nitelenmek mümkündür.
Öte yandan, 50 yıllık araştırma-geliştirme çalışmaları sonucunda en son ortaya çıkan bir yenilik ise ilkin hadron kaynağı olarak kullanılan “Hızlandırılmış Sürümlü Sistem”lerdir. Kullanılması halinde reaktörleri kritik altı çalıştıran bu düzeneğin V. kuşak teknolojide ergime olasılığını tamamen ortadan kaldıracak olması olağan üstü önemde bir sıçramadır. 
Ancak bir eksik var!
Bu son kuşak reaktörlerde yakıt girdisi olarak uranyum kullanılırsa, istendiğinde nükleer silah için gerekli olan plütonyum da çıktı olarak elde edilebilmektedir. Durum bu olunca uluslararası sivil denetim kurumları “barışı tehdit” edici bir mahiyetin var olduğunu kabul etmektedir. Bu durumda da barışa yönelik güvenlik kıstasının ihlalinden söz edilmesi gayet normaldir.
Ama girdi olarak uranyum yerine toryumun kullanımı durumunda nükleer silah yapımı için gereken plütonyumun elde edilmesi bir bakıma olanaksızlaştığından barışa yönelik güvenlik ölçütünün de sağlanmış olduğu nedeniyledir ki uranyuma kırmızı, toryuma yeşil çekirdek denmesi yerinde bir adlandırma olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşte geleceğin çekirdeksel yeşil yakıtı toryumun çevreyi ve insanı koruma bakımından yeri!...
Mustafa Özcan (14.02.2013)

http://toryumendertopraklarplatformu.blogspot.com