..

..
..

26 Mayıs 2015 Salı

BOR’DA DÜNYA BİRİNCİSİ, TORYUM’DA DÜNYA İKİNCİSİYİZ DE NE YAPIYORUZ?

BOR’DA DÜNYA BİRİNCİSİ, TORYUM’DA DÜNYA İKİNCİSİYİZ DE NE YAPIYORUZ?
16 Mayıs 2015
Önce Bor’u ele alalım: 26 Ağustos 2006 tarihinde Aynur Meletli’nin Cumhuriyet’teki makalesi çok önemli. “Sürdürülebilir kalkınma, ülkelerin öz kaynaklarına dayalı, yüksek katma değerli üretim ve yatırımlarla gerçekleşir” diyor. Bor cevherimiz hem çok zengin hem de çok kalitelidir. Meletli devam ediyor: “Türkiye Cumhuriyetine çok görülen kendi öz varlığı üzerindeki tekel hakkı 1890’lı yıllardan 1950 yılına kadar olan sürede bir İngiliz şirketi olan Borax Consolidated tarafından kullanılmıştır. Anılan şirket hiçbir zaman Türk şirketlerinin bor madeni üretmesini, ihraç etmesini, aynı zamanda Türkiye’de bir bor rafineri tesisinin kurulmasını istememiştir.” (Mustafa Çınkı, http://www.geocities.com/ceterisparibusgtr/borar.doc) Türkiye’nin rakip olmasını engellemek için kendisi de kurmamış, bor sahalarını kapatarak, satın alarak düşük kapasite ile işletmiş/işletmemiş, kimi zaman bor bitti gibi, kalitesiz ya da miktarını az gösteren raporlar hazırlamış, hatta NATO’ya boru stratejik ilan ettirmiştir. 1947 sonrası art arda Türkiye’de bor bulunmasıyla 1978’de devletleştirilene kadar birkaç yerli bor üreticisi sektöre girdiyse de anlaşılan o ki; US Borax, Solvay’in agresif rekabeti ve Eti Holding’in yerli üreticiye 240 USD, yabancıya 140 USD olan farklı fiyat uygulaması, hatta devletleştirme sonrası yerli üreticiye hiç bor satmaması, özel sektörün oluşumunu engellemiştir.
Yine sektörün içinden, adının açıklanmasını istemeyen konunun uzmanı bir üst düzey yetkiliye göre yapılması gereken; Eti Holding’in boru yerli ve yabancıya düşük fiyattan, örneğin 60 USD’den satacağını ilan etmesidir. Ona göre bor bu fiyattan bir yıl satılsa dünyadaki tüm bor yatakları kapanır. Türkiye’den başka bor üreten ülke kalmayacağı için bor sanayii Türkiye’ye mecbur hale gelirdi. US Borax’ın bütün korkusu bu. Amaç bunu yaptırmamak. Çünkü US Borax’ın Güney Amerika’daki bor yatakları derinde, kırsal, denize uzak ve düşük tenörlü, dolayısıyla zor, pahalı. Satılabilir ilk ürünün maliyeti 60 USD, Türkiye’de ise 20 USD (çünkü açık yatak, çıkarımı kolay ve ucuz, yüksek tenörlü %86 bor oksit). Toryum da 1978 yılında devletleştirildi.
Dünya bor rezervlerinin yüzde 70’ine sahip olduğumuz halde nasıl oluyor da dünya bor piyasasından yüzde 7 gibi çok düşük bir pay alıyoruz? (Örneğin 120 USD’ye Solvay firmasına verdiğimiz tinkal’i –bor cevheri-, 820 USD’ye gerborat olarak Solvay firmasından ithal ediyoruz). Niçin hala, borun ilk bulunmasından bu yana geçen 152 yıllık sürede katma değeri yüksek bor bazlı uç, ileri teknoloji ürünü üretip ihraç edemiyoruz? Bunlar çok önemli sorulardır. Niçin bora dayalı sanayimiz yok? Aynur Meletli şöyle özetliyor; bir avuç tröstün kara odaklı agresif rekabeti, bizim basiretsizliğimiz, ulusal bilinç yoksunluğumuz bunlara sebep oldu. Ayrıca teknoloji ilerledikçe bor, çok düşük miktarlarda ve tekrar tekrar kullanıldığından 1 trilyon USD değerindeki borlarımız zamanla değer kaybedecektir. Senelerce niçin sallandık? Zaman kaybettik?
Türkiye bor ülkesi olarak adlandırılabilecek tek ülkedir. Türkiye bor rezervleri ile orantılı olarak dünya bor Pazar payına sahip değildir. Uranyumumuzu, toryumumuzu bir tarafa attık. Bor için ne yaptık? Yıllar geçti, daha yeni bor araştırma merkezi kurduk. Uranyum, Toryum için Çekmece Nükleer Araştırma Merkezini 1957’de kurduk, sene 2015! Bor araştırma merkezinde 8 profesyonel çalışıyor! Bor sanayi sofrasının tuzudur. 295 sanayi kolunda kullanılmaktadır. (Bazılarına göre 400 sanayi kolunda) Geleceğin yakıtı Hidrojen, bor bileşiği içinde depolanabilir. Bu bileşiği üretiyor musun? Uç ürünleri yapabiliyor musun? Bunun için teknolojin var mı? Epey sene önce Marmara Üniversitesi’nden bir profesör arkadaşım, 1 gr bor uç ürünü için 4000 USD vererek laboratuvara malzemeyi getirttiğini anlatmıştı. Şu katma değere bakın!
Geçenlerde TV’de, Eti Maden İşletmeleri Genel Müdür Muavini, 163 milyon dolarlık uç bor ürününü, 2011 yılında dışarıya ihraç ettiğimizi bildirdi. Güzel bir haber fakat Türkiye’nin şimdiye kadar dışarıya sattığı ham bor ürünlerinin toplam değerinden hiç bahsetmedi. Taşeron olarak kazanılan para ile, bilgi ürünü malzemelerden kazanılan para arasındaki fark ortadadır.
Şimdi Toryumu ele alalım:
380.000 ton toryum ele alınıp elektrik enerjisi üretmek için Eskişehir Sivrihisar’da bizi bekliyor. 1978’de Ecevit zamanında kamulaştırıldı. Toryum Ender Topraklar Platformu Yayın No:1’de, 17.03.2013 tarihinde, Toryum, Türkiye’nin Nükleer Enerji Alternatifi, Toryumun Değerlendirilmesi adı altında çok güzel bir şekilde Mustafa Özcan Bey tarafından yayınlandı.
İnsanımızın mutlu olması için Ülkemizin 21. Yüzyılda çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması gerektiği yönündeki ülküsel beklentimiz ihtiyaç şekline bürünerek en temel evrensel talebimize dönüşmüş olduğu hepimiz için aşikar bir şeydir.
Bu kapsamda bizim de enerji ihtiyacımızı kendi doğal kaynaklarımızdan karşılıyor olmamız en doğal ve kutsal refah hakkımızdır.
İşte bu doğrultuda Türkiye’de sera etkisiz, sürdürülebilir, temiz ve barışçıl olduğundan yeşil diye anılmayı hak eden toryum kaynaklı nükleer enerji üretim teknolojisinin on yıl içinde kazanılması bir zorunluluk olarak görülmelidir.
-          İklimsel ısınmayı engellemek için sera etkisiz olma,
-          Çevreyi kirletmemek için temiz özellikte olma ve
-          İhtiyaçların giderimi için sürdürebilir kaynak olma.
Ayrıca genellikle her üç durumu kapsayıcı olarak “yeşil” teriminin kullanılmakta olduğunu vurgulayalım.
Teknoloji, Toryumla elektrik enerjisi üreten, “Hızlandırılmış Sürümlü Sistem” i yenilik olarak ortaya atmıştır. Bu sistemde reaktörün ergime olasılığının tamamen ortadan kalkmış olması ile olağan üstü önemde teknolojik bir sıçrama yapılmış olduğu aşikardır. Bu yolla yakıt girdisi reaktörde tümüyle yakılabildiğinden, sonuçta çevreye atık bırakma durumu da ortadan kalkmış görülmektedir. Ek olarak IV. Kuşak reaktörler, bu iki olumluluğun yanında II nci kuşak teknolojili reaktörlerin yıllardır birikimi olan atıkları ile soğuk savaş sonrası nükleer bomba atıklarını da yakıt girdisi olarak kullanabilme kabiliyetlerinden dolayı üçüncü olumlu bir özelliğe de sahiptir.
Ayrıca girdi olarak Uranyum yerine Toryum kullanımı durumunda nükleer silah yapımı için gereken Plutonyumun elde edilmesi imkansızlığından, barış için tam güvenlik ölçütü de sağlanmış olur. Toryum bizi devlerin arasına taşır. 60 tondan bir Keban Barajı kadar enerji elde edildiğine göre 380.000 ton bölü 60 ton reaktör yapılabilir!!! İşte size sonsuz elektrik enerji kaynağı. Bu rezerv en az 100 seneden beri biliniyor, bir küçük, yerli 50 mwe lik prototip yapamadık. Her sene petrole, doğal gaza 75 milyar dolar dışarıya ödüyoruz. Bu müthiş para ülkemizde kalsın, gençlere istedikleri işleri temin edelim.
Hargraves doğal gaz, kömür, biyo kütle, rüzgar ve güneş kaynaklı olarak üretilen elektrik enerjisinin kilowat saat başına cent olarak maliyetini sırasıyla 4.8, 5.6, 9.7, 18.4, 23.5 olarak vermektedir. Oysa aynı araştırmacıya göre Toryum kaynaklı elektrik enerjisinin üretim maliyeti 3.0 cent-kilowat saattir. Yani Toryum kömüre oranla yüzde 40 daha ucuzdur.
Rahmetli Prof.Dr.Engin Arık Hanım’ın 27 Temmuz 2002 tarihli Hürriyet gazetesi Pazar ilavesindeki röportajından alıntı yaparak: “Toryum’un 21. Yüzyılın en stratejik maddesi olması büyük bir olasılık. Yeni tip reaktörlerde Toryum, yakıt olarak kullanılacak. Eğer biz Toryum ile elektrik enerjisi üretebilmek olanağına kavuşursak, bu trilyonlarca varil petrole eş değerde bir enerji kaynağı olacak.” Bu röportaj 2002 yılında yapıldı. Yıl 2015, geçen 14 yılda bir prototip yapabildik mi? Hayır hiçbir şey yapamadık.
İran’da 15 ayrı nükleer araştırma merkezinde 20.000 kişi çalışıyor. Bizim Çekmece Nükleer Araştırma Eğitim Merkezi’nde 1961’den beri 230 kişi çalışıyor. Son zamanlarda sayı 203’e düştü, senelerce ve senelerce hiçbir genç alınmadı, taze kan yok. Bu hakikatleri kamu ile paylaşmayacağız da kimle paylaşacağız?
Peki, Toryum’un topraktan çıkartılması ve enerji üretimi sırasında bu işlerde çalışan insanlar herhangi bir tehlikeye maruz kalıyor mu? Hayır. Bizim rezervlerimiz zaten Toryum-232. Yüzde yüz oranda oksitlenmiş. İsveç bana hediye etmişti, 1966’da Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ne götürmek üzere 30 gramlık Toryum Karbit’i (bir kağıda sardığınız takdirde bütün alfa parçacıkları kağıdı geçemez) götürmüştüm. Deneyimimizle söylüyorum, böyle bir tanıtım idarecileri çok rahatlatıyor da ondan bahsettim.
Enerjiyi dışardan alırsan yerli üretime nazaran 10 misli fazla para ödersin.
Bu yeni tip Toryum’lu reaktör, eski tip reaktörlerin 500 kg plütonyumunu yakabilecek kabiliyettedir. Bunun pazarını bulan bir ülke bütün masraflarının %20’sini sade burdan geri kazanabilir.
Türkiye dışarıya enerji ihracatı hazırlıklarına da başlamalıdır.
Bu yeni reaktör tipi radyo-aktif atık bırakmaz.
Öteki reaktörlerin bakımı 22 ayda bir, 2 ay sürer. Toryumlu reaktörün bakımı 5 yılda bir, 15 gün sürer.
On ülke (Çin, Japonya, Hindistan, ABD, G.Kore, İngiltere, Fransa, Belçika, Norveç ve Rusya) Toryumla ilgili ulusal programlarını açıklamıştır.
O halde ne duruyoruz?
Bu reaktörle hidrojen de elde edilir, tuzlu su tatlı suya dönüştürülür.
Zincir reaksiyon olmuyor. Reaktör kendi kendini kapatıyor.
Toryumun olduğu topraklarımızda çok kıymetli 27 çeşit nadir toprak elementleri de vardır. Toryum bir yandan birikirken, bunlar da kimyasal olarak elde edilir. Çok değerlidir. Bir taşla iki kuş !!
                                                                                  
Doç.Dr.Çetin Ertek


12 Mayıs 2015 Salı

Doç.Dr.Çetin ERTEK'in bu haftaki yazısı

ÇERNOBİL KAZASI NEDEN OLDU?
26 Nisan 1986, Lufthansa Jumbo jet 747, Katmandu’dan (Nepal) kalktı, Ukrayna üzerinden Frankfurt’a geliyor. İçinde ben ve 295 kişi var. Hiç birşeyden haberimiz yok. 10.000 metre aşağımızda Kiev’de gece saat 01:30’da Çernobil nükleer reaktörü patlamış. Frankfurt havaalanına iniyoruz. İndiğim uçağa hep kritik bir gözle bakarım. Mürettebat çok sayıda filtre kağıtlarını uçağın gövdesine, kanatlarına sürüyor, örnekler alıyor. Bir nükleer fizikçi olarak durumu çaktım. Pilot bize hiçbir şey söylemedi, belki de olayı bilmiyordu. 27 Nisan sabahı Avusturyalı profesör arkadaşım (her gün Viyana’daki laboratuvarında, Viyana havasındaki çeşitli istenmeyen parçacıkları ölçerdi) ölçü aletlerinde karbon atomlarının sayısının çok ama pek çok miktarda arttığını fark etti. Karbon atomlarının (is) havadaki uçuş hızı demir, uranyum, plütonyum gibi ağır atomlardan çok fazladır.  Çernobil tavanındaki yanmadan çıkan karbon atomları Viyana’ya çoktan ulaşmıştı bile! Norveç ve İsveç’te o sıralarda başka olaylar oluyordu. Çernobil olayından sonra bir kuvvetli rüzgar Viyana’ya doğru esmiş ve 1-2 gün sonra yağmurla birlikte parçacıklar Viyana’ya konmuşlardı. Bir diğer hava akımı da İsveç ve Finlandiya’ya doğru gitmiş ve aksilik yağmurla toprağa inmişti. İsveçliler kendi atom reaktörlerinin dış bahçesinde büyük miktarda radyoaktif parçacıklar ölçtüler. Kendi reaktörlerinde bir şey mi oldu diye içeri girdiler. İçerdeki ölçüler dışardakinden daha azdı. (Reaktörün yanı başında olmasına rağmen) Finlandiya’daki arkadaşlarım bildirdiler, onlarda da durum aynı idi. Komşu ülkelerden birinde reaktör kazasından şüphelendiler. Hakikaten Ukrayna’da kaza olmuştu. Ruslar durumu iki üç gün gizlediler. Bütün bu olaylar o sırada gerçekleşiyordu. 4-5 gün sonra haber hızla her yere dağılmıştı. Sovyetler Birliği’nde rejim tehlikeye girdi. 26 Nisan gece 01:30’da Çernobil reaktörüne ne olmuştu? Gece vardiyasındaki 12 kişi başta idarecileriyle birlikte güç reaktörü üzerinde bir deney yapıyorlardı. Bu deney düşük güçte yapılıyordu. Reaktör durduktan sonra dönen şaft daha ne kadar elektrik üretebilir? Bununla ilgili bir deneydi. Keşke hiç yapılmaz olaydı. Türkiye’de bizim kanunlarımız enerji kısmı için üretilirken, böyle keyfi bir deneye asla izin vermez. Bu deneyi yapabilmek için reaktör operatörleri (burası önemli) birbirinden bağımsız üç otomatik emniyet sistemini elle şalterleri indirerek kapatmışlardı. Tehlike anında bu üç bağımsız sistem otomatik olarak reaktörü kapar, onlar buna imkan vermedi. Onlar reaktörü koruyan otomatik devrelerdi, reaktör deney yapayım derken kazaya zorlandı. Bütün bunları kazadan 15 gün sonra Kiev’e giden çok değerli nükleer fizikçi arkadaşım Dr. Kocherov’dan birebir öğrendim. Kendisi de Kiev’liydi. Dr. Nikolai Kocherov da benim gibi Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Ajansında çalışıyordu.
Viyana’da karbon atomlarını ölçen profesör arkadaşım Çernobil’den ayrı olarak nikel atomları hakkında bana şunları anlattı: Her gün rutin olarak Viyana havasının içindeki parçacıkları ölçüyordum. Bir gün aletlerim çok sayıda nikel atomu ölçtüler. Bu nikel nereden geliyordu? Üniversite merkez olmak üzere iç içe daireler çizerek dairelerin alanlarını bir bir ölçtük. Sonunda üniversiteden 3 km uzakta bir evin bodrumunda izinsiz nikel üretildiğini bulduk. Vatandaşı zehirlemeye kimsenin hakkı yoktu, derhal polise haber vererek gereken yapıldı. Ben üniversite diye buna derim. Çernobil’den sonra bizde de memleket çapında 81 ilde 208 noktada radyasyon ölçücü aletler on-line olarak kuruldu. 24 saat üzerinden yedekli olarak çalışmaktadırlar. Burada, nükleer her alanda olduğu gibi, Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezimizin büyük katkıları olmuştur. Kendilerini kutluyoruz. Viyana’daki nikel ölçen aletler geçmişte bir Cumhurbaşkanı adayı tarafından (kendisi tıp doktoru idi) Avusturya’nın 265 noktasında onun idaresi altında yerleştirildi. Demek ki bu ölçücü merkezler bulundukları noktalarda radyoaktif olan atomlarla radyoaktif olmayan atomları, havaya karışmış tehlikeli maddeleri, ağır iyonları, ağır elementleri ölçme yolunda çalışmalar yapılmaktadır. Sanayi bölgelerine yakın merkezlerde kurşun, kadmiyum, alüminyum, demir, bakır, çinko, kalay gibi havadaki atom konsantrasyonlarının ölçülmesi, müsaade edilen sınırlar içinde kalması çocuk ve yetişkin hastalıkları bakımından son derece önemlidir. Hastanelerle koordineli bir şekilde çalışarak, atom konsantrasyonlarının hastalık olasılıklarıyla devamlı korelasyonlarla takip edilmesi gerekmektedir. Konu kent dönüşümlerinin yoğun olduğu bu sıralarda sağlığı tehdit eden çok önemli boyutlara ulaşmış bulunmaktadır.
CBT 1468 Mayıs 2015 ilavesinde, kentin kirli havası veya ince tozuna maruz kalan katılımcılar ortalama olarak daha küçük beyin hacmine sahip oluyorlar. Boston Tıp Merkezi’nden Elissa Wilker ve ekibi şimdi ince tozun beyin üzerindeki etkisini inceledi. Araştırma çerçevesinde büyük kentlere farklı mesafelerde yaşayan ve 2.5 mikron büyüklüğündeki ince tozdan etkilenen 60 yaş üzerinde 900 kişi incelenmiş. Beyin taramaları ile çeşitli beyin bölgelerinin büyüklükleri tespit edilmiş, kan pıhtısı ve küçük beyin enfaktüsü aranmış. İnce tozun çok etkili olduğu bulunmuş. Bu toz yoğunluğu metreküp başına iki mikrogram arttığında katılımcılarda inme riski yüzde 46 artıyor.                                                                                             
Doç.Dr.Çetin Ertek