Toryum Ender Topraklar Platformu
Platformumuz, dünyada ikinci büyük toryum rezervlerine sahip Türkiye'nin sera etkisiz, sürdürülebilir, temiz ve barışçıl olduğundan yeşil olarak anılan toryum enerjisi hakkında yurtiçi bilinçlenmeyi sağlayarak üretim düzeninin on yıl içinde kazanılması vizyonu yönünde çaba sarfetmeyi kendine şiar edinmiştir.
..
..
31 Ekim 2025 Cuma
8 Temmuz 2021 Perşembe
MUASIR MEDENİYETİN ÜSTÜNE ÇIKMAK NASIL OLUYOR?
Sene 1961, yer Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi. Merkez müdürü Prof.Sait Akpınar. Akpınar hocamız Amerika’nın Brookheaven Milli Laboratuarı ile temasa geçiyor, “Çekmece’yi kardeş laboratuar olarak kabul eder misiniz” diyor. Onlar da “memnuniyetle” diyorlar. Amerikalılar Çekmece’ye 71 tane zenginleştirilmiş uranyum çubuğu gönderiyorlar. Çubuklar parmak kalınlığında ve alüminyum ile kaplı. Çubukların boyları 60 cm. civarında. Sistem kritik altı durumunda, yani enerji üretemez, zira uranyum miktarı yeterli değil, küçük reaktör kritik değil. Yapılacak iş, uranyum çubukları arasında bir düzenekle önemli reaktör parametresi cadmium oranı ölçülecek. İki başka parametre daha ölçülürse ne zaman elektrik üretebileceği bulunur. Yakıt elemanları arasında, çubukların çapında çok ince uranyum parçacığı bir de hemen yanında cadmium kaplanmış bir uranyum parçacığı var. Vazifemiz iki uranyum parçacığında üreyen Np239 (Neptinium) oranını bulmak. Bu Np239 lar ikinci 35 gün sonra Pu239 (plutonyum-239)’a dönüşür. Çubukların zenginleştirme oranı %1.143’tür. Sistem olduğu gibi hepsi birarada 1 MW TR-I Çekmece Reaktörü’nde 4 saat ışınlanır. Işınlama bittikten sonra sistemi dışarı çıkarırsınız. Toplam radyasyon 8 röntgen bulundu.
Değerli sağlık fizikçi
arkadaşlar ölçüleri ertesi gün akşamüstü alabileceğimi söylediler. Ben de öyle
yaptım. Üretilen plutonyum miktarı 10-12 gramdır. Yani 1 gr’ın
milyonda birinin, milyonda biridir. Çubukların birbirine olan mesafesi belli
bir geometride değiştirilerek, optimum durum bulunmuş. Ben ölçülere birbirinden
bağımsız 7 metod uyguladım. Bir set ölçüsü için cadmium oranı (1.5’ten
başlayarak 1.81’e kadar yükseldi. Bu arada değerli radyo-kimyacı arkadaşım Ali
Yalçın TBP solvent extraction metodunu çok başarılı olarak sisteme tatbik etti.
Çok kararlı sonuçlar alıyorduk. TBP (tribütilfosfat demektir) Burada Japon
Prof. Ishimori tekniği kullanılmıştır. Kendisine minnettarım.) sonuçları
Nuc.Sci.Engineering, USA ilmi mecmuasında neşrettik. 36, Mayıs, 1969,
p.209. O sırada Çekmece’yi ziyaret eden Amerikan Atom Enerjisi Kurumu Başkanı
Glenn T.Seaborg sonuçları parmağını basarak çok beğendiğini söyledi ve bizi
takdir etti. Çalışma net 7 yıl almıştır. Hergün saat 7’den gece 11’e kadar
devam etmiştir. Ali arkadaşım TBP solvent extraction tatbik ederek bana
verdiğinde saat akşamüstü tam 5’i gösteriyordu. Benim fiziksel ölçmelerim bu
saatte başlıyordu! Bu saat 23.00’e kadar sürüyordu. Ben Halkalı’dan
Küçükyalı’daki evime saat gece yarısı 1.5 veya 2’de varıyordum. Deneyler karda
kışta da devam ediyordu. Halkalı-Küçükyalı-Halkalı güzergahında 7 senede dünya
etrafında 7 kere dönmüşüm. Birgün sabah kalktım 15 dakikada tahta 3.mevki trene
yetiştim. Vapurdan Karaköy’de indim. Servis otobüsüne bindik,
Halkalı'ya’yaklaştık. Hava yağışlıydı. Otobüs reaktöre giden özel yolda
kayıyordu, ilerleyemiyordu. Yandaki askeri birliğe telefon ettik, bize 2 tank
yolladılar. Reaktöre bu tanklarla gittik. İçi müthiş gürültülü idi. İçinizde
işine tren-vapur-otobüs ve tank ile giden var mı diye dalga geçiyorduk. Deney
sırasındaki 3 ayrı kırılma noktasını bir başka zamanda anlatmak isterim. Bu
makalemden sonra Amerika’ya davet edildim. 24 Mart 1975’te gene Çekmece’de
çalışıyordum. Meşhur Stanford Üniversitesi’nden bir mektup aldım. (Mektubun
kopyası kitabımın 160. Sayfasında bulunabilir) 19-21 Mart 1975’te 7 memleketin
benchmark deneylerinde cadmium oranı hesaplanandan %10 daha düşük bulundu. (Burada
deneysel hataların sadece %1-2! olduğu gösterilmiştir! ) Halbuki sizin
çalışmalarınız cadmium oranı ve 233Np ölçmelerinde TBP extraction
kullanılmadan yapılan işlemler çok büyük hatalara sebep olurlar. Deneyle hesap
arasındaki büyük farkın nereden geldiği başarılı bir şekilde bulunmuştur.
Böylece farkın nerden geldiği gösterilerek ispat edilmiştir. Prof. Sidney
Fiarman “benim ÇNAEM 47 no.lu raporumu Stanford’a gönderebilir misiniz” diyor.
Ben de sevinçle bu raporu gönderdim. Böylece deneyle hesap arasındaki farkın
nereden geldiği bulunmuştur. Çubuklar arasındaki mesafe değiştirildikçe optimum
kritikalite şartları doğru sonuçlarda bulunduğundan (biz yolunu gösteriyoruz)
büyük güç reaktörlerine tatbik edildiğinde milyarlarca dolar boşuna sarf
edilmiş olmaz.
7 ileri memleketin
çözemediği problem çözüldü. Muasır medeniyetin üstüne çıkmak işte böyle oluyor.
Bu yazı değerli gençlerimize hediye edilmiştir. Şahidi dahi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Toryum reaktörleri için
%1.143 zenginleştirme yeterli olmaz. %18, 19 olabilir. Göreceğiz.
Prof. Fiarman mektubunda
ilave ediyor: “burada şaşılacak bir durum var. Bu benchmark toplantısındaki
diğer katılımcılardan hiçbiri sizin makalenizle karşılaşmamış görülüyor.
Halbuki Nuc.Sci.Engineering mecmuası 6400 nükleer reaktörcülerin mecmuasıdır.” Peki
benim atıf hakkım nereye gitti?
Doç.Dr.Çetin ERTEK
25.06.2021
28 Haziran 2021 Pazartesi
KADMİUM ORANI ÖLÇMELERİNDE ÜÇ KIRILMA NOKTASI
Sene 1966, yer Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi. Büyük reaktörü kullanarak küçük reaktörün kadmium oranını bulma çalışmaları bütün hızı ile devam ediyor. Neptinyum (Np239)’u ölçmek için aldığımız örnek içinden uranyumu, fisyon ürünlerini, toryumu kimyasal olarak ayırmamız gerekir ve öyle yaparız.
Şimdi anlatmak istediğim birinci kırılma noktası şu
şekilde. Kimyasal ayırmalar huni şeklindeki cam tüpler kullanılarak yapılır.
Ölçmek istediğimiz miktar o kadar az ki kimyaca yok sayılır (10-12
gr). Bu miktarı ölçü sırasında bir yerde kaybetmemiz mümkün. Ölçerken maddeyi bir anda kaybettik. Sonuç
elde edemez olduk. Altı ay olayın sebebini araştırdık. Bir şeyler yapmak
lazımdı. Kullandığımız bütün aletleri gözden geçirdik. Sonunda olayın sebebini
bulduk. Adsorpsiyon (dikkat absorpsiyon değil) olayı ile karşı karşıyaydık.
Kullandığımız huni şeklindeki cam tüplerin (separasyon tüpleri) iç cidarına Np239
atomları yapışıyor, huniden aşağı düşmüyordu. Cidara yapışma olayı adsorpsiyon.
Cam tüpler yerli malı idi. İngiltere’den özel tüpleri getirdik. Olay
çözülmüştü. İngilizler bu işler için camı içten bir malzeme ile kaplamışlar, bu
madde adsorpsiyona mani oluyordu. İşler tekrar yoluna girmişti. Bu birinci
kırılma noktası. Adsorpsiyon olayını ortaya çıkarmamış olsaydık daha ne kadar
deneylerin aksayacağını Allah bilir.
İkinci kırılma noktası malzemenin bir oyunu idi.
Kimyasal ayırım için Tri-Bütil-Fosfat (TBP) kullanıyorduk. Uranyum disklerini
içinde erittiğimiz asidin içine ayırma hunilerinde çözücü olarak TBP
kullanıyorduk. Yeni aldığımız 3-4 litrelik TBP, deneylerimizde iş görmemeye
başladı. Saçma sapan sonuçlar almaya başladık. Herşeyi bir kere daha gözden
geçirdik, bir ipucu bulamadık. Bir altı ay daha bocaladık. Sonunda kimya
laboratuarından alınan TBP’ın bayat olduğu, vazifesini yapamadığı sonucuna
vardık. Yenisini getirttiğimizde problem çözülmüştü.
Üçüncü kırılma noktası şu olayla gelişti. O da altı ay
gecikmeye sebep oldu. Kullandığımız TBP laboratuarda bir noktada duruyordu.
Zaman zaman kullanıyorduk. İşler gene ters gitmeye başladı, gene altı ay ne
olduğunu anlayamadık. Bizim bu deneylerde üç adet radyo-kimyacı kullandım. Bir
tanesi 6-7 ay sonra “bu çalışma beni aşar” dedi ve ayrıldı. İkincisi deneydeki
arzu ettiğimiz kararlılığı sağlayamadı. 1.81 civarında genelde bulduğumuz
değer, kimyasal ayırımdan sonra bir keresinde 3, bir keresinde 5 çıkıyordu.
İkinci radyo-kimyacı da “yapamıyorum” dedi, ayrıldı. Üçüncü radyo-kimyacı
arkadaşım Dr. Ali Yalçın Japon Ishimari’nin ayırma tekniğini aynen uyguladı ve
son derecede başarılı oldu. Uranyumu +5 oksidasyon seviyesinde sabit tutmayı
başardı. Ali Yalçın Bey bana göre dünya çapında bir kimyacı arkadaşımdır. 6
aylık üçüncü zorluğumuzda, TBP şişelerin bulunduğu rafta bir şeyler oluyordu.
Görünürde hiç birşey yoktu. Bulunduğumuz odaya bitişik öteki odada kurşun
zırhlar içinde kuvvetli Cobalt-60 gama kaynağı varmış. Cobalt-60’tan çıkan
kuvvetli gama ışınları kurşunu geçmişler, duvardan geçmişler, duran TBP
şişelerinin içindeki TBP moleküllerini parçalamışlar (Kimyasal moleküllerin
gama ışınları yolu ile parçalanmasına Szilard Chalmers olayı denir) ve bizim
deneyimizi çalışamaz duruma getirmişler. Öbür odayı kontrol etmek benim
hatırıma gelmişti.
Böylece 7 sene süren çalışmamızın 1.5 yılını sizlerle
paylaşmak istedim. Şimdilerde 7 yıl süren deneysel çalışma ile doktorasını
yapan genç bulmak mesele, 1-2 yılda şişirilen doktoralar çok. Sonuçta o insanın
kendisi ve memleketi kaybeden. Doktora çalışması dünyada yapılmamış olma
şartına sahiptir. O insanın bel kemiğini teşkil eder. Orijinal olma şartı
kesindir. Doktoram sırasında dışardan ve içerden 350 ilim adamı ile mektupla
temas kurdum. Araştırmada sabır şarttır. 1966’da Norveç’te yaz okulunda iken
doktoram hakkında İsveçli profesör Larson’a telefon ettim. Doktoranın konusunu
anlattım, “uçak yolunu değiştir
Stockholm’e gel” dedi. Hava alanından bir taksiye atlarsın “Studsvik Araştırma
Merkezi’ne gelirsin” dedi. 40 km orman içindeki merkeze gidişi taksi parasını
onlar ödediler. Studsvik Araştırma Merkezi’ne vardığımda konunun uzmanları Drs
I.Tiren, A. Anderson, E.Sokolowski, C.E.Wikdahl ve S.Sqööguist’den meydana
gelen ilmi toplantıda beni dinlemek
lütfunda bulundular. Kendilerine müteşekkirim. Deneylerimi uranyumu asitte
eriterek, ertittiklerimi kimyasal ayırarak, “hem kimyasal, hem de elektronik
devre ile ölçerek dünyada ilk defa ölçtüğümü” anlattım. Biz bu kadar
derinlemesine ölçmedik, dünyada bir ilktir dediler. Doktora seviyesini
bulmuştu. Viyana’dan kısa süreli memlekette tatil yapmaya geldiğim bir sırada
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan Çek bir müfettiş Çekmece’de ürettiğim Np239
dolayısıyla plutonyum-239’u görmek istemiş, miktar 10-12 gr!!!
Doç.Dr.Çetin ERTEK
25.06.2021
7 Şubat 2021 Pazar
Akkuyu Nükleer Santralıyla ilgili Politik ve Teknik Duruma Dışarıdan Bakış
Almanya’daki
durumun karşılaştırılması ve öneriler
Bu yazıda, Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) örneğiyle Türkiye’de bu konudaki teknik ve politik durum inceleniyor ve Almanya’daki durumla karşılaştırıp sonuçlar çıkarılıyor. Bu örnek, Türkiye’de ileride yapılması düşünülen diğer NGS’ler için de genişletilip benzer sonuçlar çıkarılabilir. Yazımız, bu konudaki ‘olup bitenleri ve bugünkü durumu’, dışarıdan bir gözlemcinin bakışıyla, olduğu gibi yansıtmaya çalışıyor.
Akkuyu NGS projesiyle ilgili Türkiye’deki durumun
farklı iki yönden incelenmesi yararlı
olacaktır:
- Hükümetlerin konuya yaklaşımı yönünden durumun
incelenmesi
- Nükleer karşıtların, muhalefetin ve halkın konuya
yaklaşımı yönünden durumun incelenmesi
Akkuyu NGS: Herbiri 1200 MW’lık 4 basınçlı sulu reaktörünün maket resmi (Akkuyu Şirketi sayfasından)
Hükümetlerin konuya
yaklaşımı yönünden durumun incelenmesi
Akkuyu’da
bir nükleer santral yapımı Özal hükümetlerinden beri neredeyse son 40 yıldır zaman zaman gündeme
gelmiş olmasına karşın, güvenliği en üst düzeydeki tek reaktörlü modern bir
nükleer santral için, bugünkü fiyatlarla, gerekli olan 8-10 milyar dolarlık (usd) yatırım
bütçeye büyük bir yük getireceğinden bundan vazgeçildiği biliniyor. Türkiye’de 2010’da, su, kömür, doğal gaz ve diğer
kaynaklarla elektrik enerjisi üretimini sağlayan toplam kurulu güç yaklaşık
olarak 50.000 MW’tır. Kasım 2020’de ise kurulu güç yaklaşık olarak 92.000
MW /11/.
1200 MWe
gücünde tek reaktörün toplam kurulu güçteki payı % 1 bile değidir.
Not:
Her ne kadar 1,2 GW (1200 MW) güçteki reaktörün toplam kurulu güçteki payı
hesapla 1,2 GW/90GW= %1,33 bulunursa da, gerçekte bu değer tutturulamaz. Çünkü Akkuyu’daki
4 reaktörün birlikte, yıl boyunca aynı
kapasitede (% 80 verimle) ya da randımanla çalışması beklenemeyeceğinden 1 reaktörün
toplam elektrik üretimine katkısı yılda % 1’ in altında kalacaktır. Bilindiği
gibi, elektrik üretiminde belirleyici olan kurulu güçten çok, o kurulu güç ile
kaç kWh ya da MWh elektrik üretilebileceğidir. Bu durum güneş enerjisi
santrallarıyla nükleer santrallar karşılaştırmasında daha da belirgin görülür /8,
9/. Örneğin, 2018 yılında yaklaşık 88 GW kurulu güçle üretilebilen elektrik miktarı
kuramsal olarak: 88GW x 365gün/yıl x 24h/gün= 771 TWh olması
gerekirken, sadece 305 TWh (TeraWatt Saat) elektrik üretilmiştir. Buradan
çeşitli santrallardan oluşan tüm kurulu güçlerin ortalama kapasitesi ya da
verimi olarak sadece 305/771= % 39,5 dur.
Elektrik
üretimine en azından %10 kadar bir katkı için dahi en az 10 nükleer reaktörün
yapımı gerekir ki bu da 80-100 milyar dolar gibi yüksek bir döviz miktarını
5-10 yıl içinde gerektirecektir. Bu ise, bütçeyi ve dolayısiyle ekonomiyi
altüst edeceğinden, böyle büyük bir yatırımı daha önceki hükümetler gibi
şimdiki hükümetin de yapmak istemediği açıktır. Bu nedenle, önce Özal zamanının
‘yap, işlet, devret’ ve son yılların da da sadece ‘yap, işlet, bize elektrik
sat, maliyetini elektrik satımından çıkar’ şeklindeki modelle, ülkenin
ekonomisini altüst etmeden, yabancı bir şirkete, sanki otomobil fabrikası
kurdurur gibi, bütçeye yük olmayacak, bir nükleer santral kurdurulması yolu
seçilmiştir. Bu çeşit bir modelle, yapılabilecek nükleer santrallar için ise batılı şirketler
yapım ve işletme sırasında riske girip, zarar etmek istemediklerinden ilgi
göstermemişler, proje için teklif vermemişler ya da tekliflerini sonradan geri
çekmişlerdir. Daha sonra 2010 yılında, Akuyu’da herbiri 1200 MW’lık 4 reaktörlü
bir nükleer santral yapımına sadece Rus şirketi ilgi göstererek teklif vermiş
ve bununla ilgili yapılan sözleşme hatta TBMM’den geçirilerek
yasalaştırılmıştır. Böylelikle bugünkü
ve ilerideki hükümetlerin bu yaptırımı ‘yasayla güvenceye alınarak’, nükleer
karşıtların projeyi yargı yoluyla ileride engellemeleri önceden önlenmiştir denilebilir.
Bir nükleer santral yapımı projesiyle ilgili sözleşmesinin yasalaştırılmasının
dünyada bir benzeri var mıdır? bilmiyoruz ama batılı gelişmiş ülkelerde böyle
bir uygulama bulunmuyor. Yasa çıkmadan önce
muhalefetin ve nükleer karşıtların bu yasayı engellemekle ilgili sesleri
ise hiç duyulmamıştır. Bu nedenle nükleer santral yapmakta kararlı olan
hükümetin elini bu yasa iyice
güçlendirmiştir.
Rus şirketi 4 reaktörlü Akkuyu nükleer santralı
için 20 milyar usd yatırım yapacağını 2010’da açıklamıştır. Reaktör başına 5
milyar usd ile ise güvenliği en üst düzeyde olan batıdaki 3.kuşak tipte bir
nükleer santral yapılamayacağı, Finlandiya deneyimiyle, açıktır /3,4/. Çünkü Finlandiya’da yapımı 18 yıldır süren ve
çeşitli sistemleri onaylanmadığından ancak 2022’de işletmeye açılması planlanan
(çok kez ertelemeden sonra) modern bir nükleer santralın 10 milyar usd’yi geçen
maliyeti göz önüne alındığında, benzer güvenlikte bir santralı eğer Rus şirketi
Akkuyu’da kuracak olursa, bu maliyete ek olarak ilerideki işletme giderlerinin
yanı sıra, Türk hükümetinin elektriğin kWsaat fiyatına koyduğu üst sınırı da
hesaba katmak durumunda olduğundan, zarar etmemek için santraldaki sistemleri
Finlandiya’dakinden çok daha ucuza getirmek, kaliteyi ve dolayısıyla santralın
güvenliğini düşürmek zorunda kalacağı, ne yazık ki, beklenir.
Türkiye’deki, yetkili
kurumların, muhalefetin ve nükleer karşıtların uzmanlarının Rus santral
projesini hem teknik hem de mali yönden derinlemesine incelediklerini, Finlandiya’daki yeni nükleer
santralla karşılaştırmalar yaparak aradaki maliyet farkının nereden
kaynaklandığını gösteren bir teknik rapor hazırlandığıyla ilgili, eleştiren
kurumların raporları dahil, hiç bir teknik raporda görmüyoruz. Çünkü santralın
kaça çıkacağı Türkiye’yi değil
Rus şirketini ilgilendirir denebilir. Ancak düşük maliyetle yapılacak santralda
ileride ortaya çıkabilecek kazalardan zarar görecek hem halkımız hem de
santralın çevresi olacak ve ortaya 3.sınıf güvenlikte bir nükleer
santral çıkacaktır. Eğer güvenliği düşük böyle bir santral yapılırsa, bunun
faturasını ilerde olabilecek küçük, büyük kazalarla Türkiye halkı, ne yazık ki,
çok daha fazlasıyla ödeyecektir.
Finlandiya’da
2003’den beri yapımı süren 2009’da bitirileceği planlanan en soldaki
NGS’ın Olkiluoto (Basınçlı sulu) 1600
MWe reaktörlü) görülüyor. Son ertelemeye
göre 2022’de işletmeye açılacağı planlanıyor. Bunun sağındakiler ise işleyen
kaynamalı sulu tipteki reaktörler (herbiri 880 MWe).
Türkiye’de hükümetlerin nükleer santral
yapımını ön görmelerinin önemli bir nedeni, özellikle sanayi için ve akşamları
büyük kentlerde gereken enerji miktarını, elektriksel gücü ve verimi
yenilenebilir enerjilere oranla, çok daha yüksek nükleer santrallarla bir
çırpıda kapatma planı olsa gerekir. Akkuyu’da 4 reaktörlü toplam 4800 MW kurulu
güçlü bir NGS’nın gece gündüz yıl boyunca % 80 verimle sağlayacağı 4800 MW’lık
elektriksel güç (4800x0,80=3840 MW), ancak Türkiye’de 2020’de bulunan en büyük
güçteki 50 MW’lık güneş santralının yıllık en yüksek verimi olan 0,18 gözönüne
alındığında : 3840 MW/ 50 MW x 0,18= 426 adet güneş enerjisi santrallarıyla
sağlanabilir /5,7/ . Güneşi az Almanya’da 2011 yılında bu verim sadece % 9-11
kadardır. Geceleri güneş enerjisinden ve rüzgarsız günlerde de rüzgar
enerjisinden yararlanılamayacağından,
günün belirli saatlerinde büyük enerji gereksinimini karşılamak amacıyla
nükleer ve/veya fosil yakıtlı santralların devreye girmesi zorunlu olmaktadır.
Öte yandan yenilenebilir enerji kaynaklarından, ülke yüzeyindeki çok sayıdaki
noktada üretilen elektrik enerjisinin dağıtımı ve bunların belirli noktalarda
toplanıp özel bilgisayar programlarıyla enerjiye gerek duyulan yerlere
gecikmeden ulaştırılabilmesiyle ilgili yeni elektrik ağlarının (şebekelerinin),
bilgisayarlı sistemlerin kurulması da gerekiyor. Tüm bu projeler ise büyük
çapta teknik çalışmaları ve sonunda büyük yatırımları gerektiriyor. Cari açık
ve bütçe dengesiyle uğraşan hükümetlerin milyarlarca doları bulacak
yenilenebilir enerjiyle ilgili yatırımları neden ön görmediği buradan
anlaşılabilir. Kuşkusuz, yenilenebilir güneş ve rüzgar enerjilerine önem
verilmeli, ilgili santrallar artırılmalı ve gerekli yatırımlar yapılmalı,
bunlarla enerji üretimine önemli bir katkı sağlanmalıdır. Ancak bunlar yapılsa
bile sanayinin ve geceleri kentlerin büyük enerji gereksinimlerinin, güneş ve
rüzgar enerjisiyle kapatılamayacağı gerçeğini de görmek gerekiyor. Örneğin
Almanya’da nükleer santralların kapatılmasından doğan açık, yenilenebilir
enerjilerle kapatılamayacağından herbiri 1000 MW dolayında bir dizi yeni kömür
santrallarının planlanmasına ve yapımına
başlanmıştır. Bunların ise filtrasyona rağmen çevreye bacadan saldığı ağır metaller
ve kömür tozundaki (sonunda, kurumdaki) radyoaktif maddelerin insan sağlığına
zararlı olmasının yanı sıra salınan CO2
‘den de iklimin olumsuz etkilendiği biliniyor.İleride Almanya’da (2035) kömür
santralları da kapatılınca, enerji eksikliği doğduğunda, Almanya’nın AB
elektrik şebekesinden elektrik çekmesi, bunun ise başta Fransa’dan kaynaklanan
nükleer santral kaynaklı elektrik olması açıktır.
Nükleer
karşıtların, muhalefetin ve halkın konuya yaklaşımı yönünden durumun incelenmesi
Türkiye’deki nükleer karşıtlar, Nükleer
Karşıtlar Platformu (NKP) adıyla çeşitli
aktivitelerde bulunuyorlar. Bu platformu destekleyen sayıları 100’ ü geçen, dernek,
mühendislik odaları ve sivil toplum kuruluşları olduğu medyadaki haberlerden
kestirilebilir . NKP’nin zaman zaman nükleer santrallara karşı toplantılar,
sempozyumlar, gösteriler yaptığını kendi yayınlarından ve medyadan öğreniyoruz.
Medya haberlerinden görebildiğimiz kadarıyla, toplantıları, daha çok kendi
katılımcılarıyla ve ilgi duyan az sayıda kişilerle yapılıyor. Gösterilerinde
kuşkusuz daha çok kişi bulunuyor ve imza kampanyalarıyla 10 bin kişinin
desteğini de sağladıklarını açıklıyorlar. Ancak tüm bu çalışmaları, uğraşları,
nükleer enerjiye karşı görünen gazetelerde bile manşete çıkamıyor, orta ya da
son sayfalarda resimli haberler olarak yayımlanıyor. Çok izlenen TV
programlarında da nükleer karşıtların aktiviteleri pek yer bulamıyor.
Muhalefet partilerinin gündeminde ise
nükleer enerjiye pek rastlanmıyor. Sadece, Akkuyu sözleşmesi TBMM’de
yasalaştıktan sonra, CHP’nin Anayasa
Mahkemesine başvurduğunu, yasanın iptalini istediğini ve Anayasa Mahkemesinin
de bunu 31 Mayıs 2012 günü reddettiğini medyadan öğreniyoruz.
Halkın büyük çoğunluğunun gazete bile
okumadığı, gazetlerin trajlarının bu nedenle batı dünyasına oranla çok
aşağılarda kaldığı bilinirken, diğer teknik konularda olduğu gibi, nükleer
enerji konusunda da halkın büyük bir bölümününden kitlesel bir katkı beklenemez
ki zaten bugüne kadar bu, gerçekleşmedi.
Almanya’daki
durumla karşılaştırma
Almanya’da ortalama öğrenim ve yaşam
düzeyi yüksek olan halk, sivil toplum örgütlerinin öncülüğünde son YY’ dır
nükleer santrallara karşı çok çeşitli ve büyük katılımlarla toplantılar,
gösteriler yaptı. Son 40 yıldır,
yeşiller partisi ‘Atom Enerjisine Hayır’ kampanyalarıyla, ülke çapında
yüzbinlerin katılımıyla halk, örneğin el ele tutuşarak 100 km’yi aşan kuyruklar
oluşturdu. TV’de açık oturumlarla, söyleşilerle nükleer enerji konusunda halk
bilgilendirildi. Nükleer enerji karşıtları, diğer partilerde ve sivil kuruluş
örgütlerinde çığ gibi büyüdü ve sonunda Mart 2011’ deki Fukuşima
reaktörlerindeki patlamaların TV’lerdeki görüntüleri nükleer enerjiye karşı
görüşleri ateşledi. Büyük oy kaybedeceğini anlayan fizik doktoralı Sn. Merkel –
nükleer enerji konusunda yanılmışım! diyerek 180 derece dönüşle nükleer enerjiden
çıkılacağını kazadan sonra halka duyurdu. Aslında Almanya’daki nükleer
santrallar dünyanın en güvenli santrallarıydı, nükleer santralların
çalıştırıldığı son 50 yıldır çevreyi,
insanları etkileyen önemli bir kaza da Almanya’da olmamıştı. Fukuşima’daki gibi bir Tsunami de
beklenmiyordu ve reaktörlerin dizelle çalışan ivedi soğutma sistemleri çok daha
farklı projelendirilip uygun yerlere yerleştirilmişlerdi. Fukuşima kazası
olmasaydı Almanya’daki nükleer santralların işletme süreleri daha da uzatılacaktı.
Kısacası Almanya’da nükleer enerjiye karşı olanların sayısının çığ gibi
büyümesi sonucu, nükleer santralların durdurulmasını, oy kaybedeceklerini
açıkça gören partiler ve politikacılar kabul etmek zorunda kalmışlardır. Benzer bir durum ise Türkiye’de yoktur.
Sonuç
ve öneriler
Türkiye’de nükleer santrallara karşı,
Almanya’daki yeşiller partisi gibi zaman zaman % 20 oy potansiyelini aşan bir
parti Türkiye’de bulunmuyor. Almanya’daki durumun aksine, Türkiye’de nükleer
santrallara karşı tabandan gelen ve büyük halk kitlelerini harekete geçiren bir
direniş olmadığı gibi böyle bir direniş tavanda da, özellikle muhalefet partilerinde,
sivil toplum kuruluşlarında da bulunmuyor.
Zaman
zaman nükleer karşıtların sınırlı etkinlikleriyle, nükleer santral yapımını
Türkiye’de durdurmayı ummak, bu nedenlerle, gerçekçi değildir.
Bu
durumda, tüm sivil kuruluş örgütlerine, muhalefet partilerine önerimiz, Anayasa
Mahkemesinin de uygun gördüğü yasayla, yapımı artık kesinleşen ve yapımına
başlanan Akkuyu nükleer santralını durdurmakla ilgili bizce boşa harcanacak
çaba yerine, artık çevreyi ve halkı koruyucu yönde çaba gösterilerek güvenliği
en üst düzeydeki bir nükleer santral yapımına katkıda bulunulmalı, güvenli
sistemlerin kurulmasının ve kalite kontrollarının yapılmasının /4,5,6,7/
kamuoyuna ve yetkililere sürekli duyurulmasıdır, vakit daha çok geçmeden. Kalitesi düşük ve kazalara yol açabilecek bir
nükleer santral yapılıp işletildiğinde, bundan ileride zarar görecek olanlar,
ummak istemediğimiz kazanın büyüklüğüne göre, ülkenin büyük bir bölümünde
yaşayan insanlarımız ve doğamız olacaktır. Bu nedenle yapımına başlanan Akkuyu
nükleer santralının güvenliğinin en üst düzeyde olabilmesi için başta
denetleyici kurum olan Nükleer Enerji Düzenleme Kurumu (NDK)’nun /10/, Enerji
ve Tabii Kaynaklar, Çevre Bakanlığının, muhalefet
partilerinin, üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının bu konuda gereken
duyarlığı göstererek, en üst düzeyde güvenliği sağlanacak olan bir NGS yapılması ve işletilmesi için katkıda bulunmaları beklenir.
...............................
Kaynaklar
/1/ Akkuyu Nükleer Santralının yapımıyla ilgili 29.06.2010 tarihli
kanun tasarısı (TBMM”nin onay tarihi: 21.07.2010 Rusya ile yapılan anlaşma
/2/
Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) Projesi, Çevresel Etki Değerlendirme Dosyası
(ÇED Raporu) Worley Parsons ve Dokay Şirketleri, Ankara, 2011
/3/
Finlandiya’daki yeni nükleer santral yapımıyla ilgili IAEA / STUK Raporu: Regulatory and
Modernization Experiences on Finnish NPP I&C-area To be presented at IAEA
23rd TWG-NPPIC Meetingon 24-26 May 2011 in Vienna.
/4/
Akkuyu nükleer santralindeki teknik boşluklar,
Atakan, Y., Bilim ve Gelecek, Ekim ve
Kasım 2013
/5/
Akkuyu nükleer santralı konusunda sorunlar ve öneriler, Atakan, Y., Bilim ve
Gelecek, Kasım 2013
/6/
NGS-KALITEKONTROLU-FMO-ATAKAN.pdf (google.com)
/7/
FMO-NGS-TEKNIK-RAPOR-20151.pdf (google.com)
/8/
ELEKTRIK-SANTRALLARI-ARTIMI-X-atakan-Aralaik-2019.pdf (google.com)
/9/
GUNESTEN-TR-ELEKTRIIK-ARTIMI-FMO-BG-Atakan-20.pdf (google.com)
/10/
https://ndk.org.tr
/11/
EMO - TÜRKİYE ELEKTRİK ENERJİSİ
İSTATİSTİKLERİ
............................................
Bir görüş:
Sadece "Santral madem
yapılıyor bari güvenli olsun" demek bence saflık olur. Elbette
güvenli yapıyoruz diyeceklerdir. Daha somut öneriler olsa belki etkisi
olabilir. örneğin muhalefet ve sivil toplum örgütleri IAEA gibi bağımsız
uluslararası uzman kurumların incelemesinde ısrar edebilir.
Kontrol ve onaylama sözleşmeye göre zaten
bizde ve gerekirse IAEA, TÜV gibi bilirkişiler standartları kontrol için
usulen devreye katılabilir. Rus şirketinin, Rus Standartları ve yaptıkları
önceki reaktörleri örnek göstereceği ve bizim yetkililerin de santrallar bir an
önce devreye alınsın diyerek bunu kabul edecekleri beklenir. Zaten
sözleşmeye göre herhangi bir itiraz ya da reddetme hakkımız bulunmuyor.
Ayrıca örneğin IAEA‘ nın bir kaç
ziyaretle yapacağı bu gibi kontrol ve onaylamalarından bir yarar beklenmemeli.
Bir dizi yazı ve ilgili Teknik raporumuzda (FMO )/Bkz 4,5,6,7/ ayrıntılarıyla
açıkladığım gibi, ancak her bir önemli parçanın (reaktör kazanı, boru
hatları, büyük pompa ve vanalar, jeneratörler, hatta dübellerin) fabrikalarında
ve NGS’da kurulduğunda, monte edildiklerinde, yerinde kalite
kontrolları ve testleri ilgili Uluslararası Standartlara göre uzun süreli
olarak yapılabilirse bir işe yarayacakır. Bu durumda bile, kontrollar
olumsuz sonuçlanırsa, belki milyonlarca usd’yi bulacak ilgili parçaların
(örneğin reaktör kazanının) yenilenmesini
ise, Rus şirketinin de bizim hükümetin de
kabul etmesi beklenmemeli. Çünkü bu durumda hem fiyat çok artacak hem de NGS’nın
işletmeye açılması ertelenecek, çok uzun sürecektir (Finlandiya'daki son santral
gibi 20 yılı bile bulabilir, zaten Akkuyu projesine başlanalı 10 yılı geçti !.).
Not: Üniversitelerden, muhalefet
partilerinden, meslek odaları ve diğer sivil toplum kuruluşlarından
oluşabilecek bir uzmanlar kurulunun yapılmakta olan reaktörlerin tekniğini,
güvenilirliğini enine boyuna incelemeleri ve bir teknik rapor yazabilmelerini
ummak gerçekçi değil. Çünkü bunun için böyle bir kurulda görev alacak
kişilerin, reaktörlerin iç yapısının teknolojisinde, Almanya‘daki ‚nükleer TÜV bölümündeki‘
elemanları gibi, bilgi ve deneyim sahibi olan gerçek nükleer uzmanlar gerekir
ki, bunlar zaten bizde bulunmuyor. Ayrıca bu kuruldakilere hem ilgili teknik bilgilerin,
dokümanların önceden verilmesi hem de nükleer sistem parçalarının yapıldığı
ilgili fabrikalarda ve yapılmakta olan NGS’da inceleme yapabilme izninin de verilmesi
gerekir. Tüm bunlar sağlansa dahi ileride fiyat ve süre artımı olabileceğinden, böyle bir kurulun
çalışmasının, sonunda kabul görmeyerek boşa gideceği açıktır. Bizce kaliteli,
güvenli bir NGS için tek çıkar yol yetkililerin devreye katacakları nükleer TÜV
uzmanlarıyla denetimi baştan sona sağlatmaları için çaba göstermeliyiz. Bu
konunun ayrıntıları, öneriler çeşitli yazılarımızda ve yukarıdaki yazımızın
sonunda bulunuyor /4-7/.
![]()
……………………………
Mersin Akkuyu’da
yapımı planlanan dört nükleer reaktörlü santral için yetkililer, sözleşme
yapılan Rus şirketine “Halkı inandır ve santralı yap!” denebilecek bir
koşul ileri sürmüşler (basından). Nükleer santralların çok çeşitli teknik
özellikleriyle ilgili uzmanlık dallarına yabancı olan çevre halkı ve hatta
sivil toplum kuruluşları, nükleer
santralın ileride hiçbir güvenlik sorunu yaratmayacağına nasıl inandırılacak? Nükleer santralın teknik
yapısını, güvenlik önlemlerini gösteren resimlerin, çizelgelerin ve video
kayıtlarının sergileneceği halka açık toplantılarda yapılacak konuşmalar, soru
ve yanıtlar, çevre halkını inandırmak için yeterli olacak mı? Konuya yabancı
çevre halkına “Hiç kuşkulanmayın, rahat uyuyun, yapacağımız nükleer santral çok
güvenli olacak, 5-7 yıllık yapım ve ileride 40 yıllık işletme süresince buraya
yüzlerce şirket gelecek, sizler ilk sırada olmak üzere binlerce insana iş
olanağı doğacak, çevreniz kalkınacak.” gibi çekici sözler mi söylenecek ve
halkın onayı mı alınacak?
İzlenecek,
alışılmış doğru yol ise, ilgili şirketin yapacağı nükleer santralın projesini
tüm teknolojik özellikleriyle hazırlayıp açıklaması (20-30 kalın klasör) ve
bunun uzmanlar düzeyinde incelenip tartışılması; bilirkişilerin çalıştığı
uluslararası saygın kurumlardan (örneğin IAEA, Almanya’da GRS, TÜV)* projeyle
ilgili teknik değerlendirme raporlarının alınması ve ancak bundan sonra
santralın projesi ve güvenliğinin ölçüsü bilirkişi raporlarıyla desteklenerek
halka sunulmasıdır. Santralı yapacak şirket ön bilgilendirme toplantılarıyla
çevredeki halka ve sivil toplum kuruluşlarına bu yolu izleyeceğini önceden
açıklamalı, santralla ilgili genel bilgi vermelidir. Bu yolun, hükümetin
yapımına kararlı olduğu Akkuyu ve diğer santrallar için izleneceği, Türkiye’de
güvenliği en üst düzeyde ve Finlandiya’da yapımı bitmek üzere olan 3. kuşak
modern nükleer santralların benzerlerinin yaptırılacağı beklenir. Açıklanan CED
raporu (**) bu konuda olumlu bir başlangıç olmakla birlikte bununla
kalınmamalı, yukardaki yol izlenmelidir.
Nükleer santral
yapımına karşı çıkan sivil toplum örgütlerine de önerimiz, hükümet nükleer
santral yaptırmada kararlı olduğuna ve sanırız hiçbir güç ve olay (örneğin
Fukuşima) da hükümeti bu kararından vazgeçiremediğine göre, akıntıya karşı
kürek çekmek yerine, güvenliği düşük düzeydeki santrallara karşı çıkarak, “
Yapılırsa güvenliği en yüksek standartta santral olsun” denilerek, halkı ileride
olabilecek kazalara karşı şimdiden korumaya katkıda bulunmak olmalıdır ve
sağduyu da bunu gerektirir. Yoksa, istenildiği kadar direnilsin, sonunda
güvenliği düşük santrallar kurulmasını eminiz nükleer santral karşıtları
da hiç istemezler ama umarız iş işten geçmiş olmaz!
_____________
(*) IAEA:
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, GRS: Almanya Reaktör Güvenlik Kurumu,
TÜV: Almanya
Teknik Gözetim/Denetim Kurumu (nükleer santrallar bölümü).
(**) CED: Akkuyu
Nükleer Santralı Çevre Etki Değerlendirmesi, Dokay Aralık 2011
Not: 2014 yılında yazılan
yukarıdaki yazılar güncellenerek, bugünkü duruma uyum sağlanmıştIr.
Dr.Yüksel Atakan
Radyasyon Fizikçisi,
..........................................
BİRİMLER
1 Watt: Elektrik güç birimi olup ‘Enerji aktarım (transfer)
hızını’ gösteriyor
(enerji değil, enerjiyle karıştırılmamalı!).
Güç (W)= Ws/s
1 WattSaniye (1Ws): 1 saniyede üretilen ya da tüketilen 1
Joule’lük enerji, elektrikte, 1 Ws’dir.
5 Ocak 2021 Salı
Nükleer enerjili dronlar ağır yükler taşıyabilir ve yüksek hızda saatlerce uçabilir
Dronlar sadece 21.
yüzyıl savaşını dönüştürmekle kalmadı aynı zamanda daha önce erişilemeyen
yerlere artık erişebilen küçük gruplar veya bireyler tarafından kullanılabilmektedirler.
Güvenlik güçlerinin yanı sıra tarım ve
biyolojik araştırmada ormansızlaşmayı haritalamak ve meyve bahçelerindeki kuru
alanları tespit etmek için kullanılır.Ayrıca kurtarma ekipleri, emlakçılar ve
arazi araştırmacıları da kullanmaktadır.
2008-2011 yılları
arasında, Sandia Ulusal Laboratuvarları ve Northrop Grumman, aylarca uçabilecek
nükleer uçaklar tasarladı. Bu İHA, yakıt ikmali yapmadan aylarca uçabiliyordu
ve proje en azından kağıt üzerinde tamamlanmıştı.
Rapora göre, İHA
yeteneklerindeki en büyük eksiklik defalarca şu şekilde belirlendi:
1)
yetersiz uçuş sürekliliği veya "askıda kalma süresi"
2)
daha yüksek güçlü aviyonik ve yük sistemlerini çalıştırmak için elektrik gücü
ve
3)
yetersiz iletişim bant genişliği ve erişimi.
Nükleer enerjiyle
çalışan insansız hava araçlarında yaklaşık iki ton yakıt ve buna ek olarak
benzer ağırlıkta cephane ve diğer teçhizatı taşımakta ve yaklaşık 42 saat veya
tamamen mühimmat yüklendiğinde havada sadece 14 saat kalabiliyor.
Convair NB-36H
Peacemaker deney uçağının bomba bölmesi üç megavatlık, hava soğutmalı bir
nükleer reaktör taşıyacak şekilde modifiye edildi. Uçak Kalkanı Test Reaktörü
(ASTR) adlı reaktör çalışıyordu ancak uçağa güç vermiyordu. Uçak, Temmuz 1955
ile Mart 1957 arasında New Mexico ve Texas üzerinde 47 test uçuşu ve 215
saatlik uçuş süresini (89'u reaktör çalıştırıldı) tamamladı. Çin, iki prototip
erimiş tuz nükleer reaktörüne 3,3 milyar dolar harcadığını açıkladı. Onları
Moğolistan'da inşa ediyorlar. Prototipler başarılı olursa, onları daha hızlı
donanma gemileri ve nükleer enerjili insansız hava araçları için daha kompakt
ve güçlü reaktörler için de kullanacaklardı.
Sovyet nükleer uçak
geliştirme programı, deneysel Tupolev Tu-119 veya Tupolev Tu-95 bombardıman
uçağından türetilen Tu-95LAL ile sonuçlandı. 4 geleneksel turboprop motoru ve
yerleşik bir nükleer reaktörü vardı. Tu-119, çoğu reaktör kapalıyken yapılan 34
araştırma uçuşunu tamamladı. Uçuş aşamasının temel amacı, mühendislerin temel
endişelerinden biri olan radyasyondan korunmanın etkinliğini incelemekti.
NASA, Titan
gezegenine yapılacak bir görev için nükleer enerjiyle çalışan bir drone teklifi
aldı. Titan, nükleer güçle çalışan bir dörtlü helikopterin uçabileceği bir
atmosfere sahiptir.
İnsansız, nükleer
enerjili insansız hava araçlarının gelecekte geliştirilebileceği düşünülebilir,
ancak bir takım ciddi mühendislik sorunlarının üstesinden gelinmesi ve önemli
risklerin bir kenara bırakılması gerekecektir.
İşin aslı, dronların
çok iyi bir güvenlik siciline sahip olmadığıdır. Çok çarpıyorlar ve bazen
yanlış insanları öldürüyorlar. Daha da kötüsü, nükleer enerjiyle çalışan bir
insansız hava aracı haydut devletlerin veya teröristlerin eline geçerse?
Derleyen:Selin PIRAVADILI MUCUR
Kaynak
https://bigthink.com/think-tank/drones-on-nuclear-steroids
https://www.nextbigfuture.com/2017/12/nuclear-powered-drones-are-technically-feasible-and-could-fly-for-years.html
1 Kasım 2020 Pazar
Radyasyonlar Vücudumuzu Nasıl Etkiliyor, Radyasyon Dozunun Anlamı?
Radyasyon Nedir?
Radyasyon, enerjinin bir yerden
başka bir yere ışınlar ya da tanecikler halinde iletiminden başka bir şey
değil. Tüm radyasyonlara, çok
çeşitli frekanslarda titreşen enerji paketlerinden oluşan ışınlar gözüyle de
bakılabilir. İyonlayıcı radyasyonlar, ya Röntgen ve gama ışınları gibi Elektro
Manyetik (EM) ışınlardan ya da alfa ve betalar gibi çok hızlı taneciklerden
oluşuyorlar. Bu çeşit radyasyonların iyonlayıcı radyasyon olarak
adlandırılması, molekül ve atomlardan elektron sökebilecek kadar yüksek
enerjide olmaları sonucu bunları iyonlaştırmasından kaynaklanıyor (Bkz Şekil 1).
Böylece ortaya, bir serbest elektronla, arta kalan, artı yüklü bir atomdan
(iyon) oluşan bir ‘iyon çifti’ çıkıyor.
Radyoaktif madde nedir?
Atom çekirdeklerinden kendiliğiden alfa, beta ve gama
ışınları yayınlayan maddeler radyoaktif
madde olarak adlandırılıyor.
Not: Cep telefonları ve baz istasyonlarından yayınlanan, radyo dalgaları olarak da adlandırılan, EM radyasyonlar (ya da EM dalgalar) çok daha düşük enerjileri nedeniyle atomlardan elektron sökemediklerinden iyonlayıcı radyasyonlar değiller. Bunlar, doku ve hücrelere girip aktardıkları enerjilerle çok daha az etkili olabiliyorlar, ancak atom ve atom çekirdeğine girip etkili olamıyorlar.
Röntgen filmi çektirirken Röntgen makinesinden
vücudumuza giren ‘Röntgen ışınları’ da, radyoaktif maddelerden yayınlan alfa,
beta ve gama ışınları da vücudumuza girdiğinde çok az olasılıkla kanser
yapabiliyorlar. Vücudumuzda kanser oluşup oluşmaması, ışınların
(radyasyonların) cins ve miktarıyla, etkilenen organın cinsine ve ışınlanma
süresine bağlı. Aktarılan radyasyon enerjisiyle, bunun süresi, aşağıda açıklayacağımız
‘Etkin Doz’ kavramının temeli olup, bu doz, kanser olasılığı (riski) için,
önemli bir ölçüt.
Radyasyondan korunmada amaç ?
İyonlayıcı radyasyondan korunmada amaç, doğada, tıp
ve teknolojide ortaya çıkan radyasyonlardan insanı ve çevreyi korumanın yanı
sıra, radyasyonların tıp ve teknolojideki uygulamalarından da insanlara yarar
sağlamaktır. Bu nedenle tıp ve teknolojideki her bir radyasyon
uygulamasının daima insana yarar sağlayacak bir gerekçesi olmalı ve uygulama
sırasında alınacak radyasyon dozu da, akıl ve mantığımızla uyumlu olacak
şekilde ‘olduğunca düşük ya da az’ olmalıdır. Örneğin tıpta, Röntgen filmi
çekiminde ve Bilgisayar Tomografi taramasında, bunlar bize, tanı amaçlı yarar
sağladığı ve alınan radyasyon dozları da akıl ve mantıkla uyumlu olacak şekilde
düşük tutulabildiği için bu uygulamalar kabul görmektedir.
Şekil 1: Soldaki iki şekilde radyoaktif bir maddenin atom çekirdeğinden yayınlanan alfa, beta ve gama radyasyonları gösteriliiyor. En sağdaki şekilde ise atom çekirdeğinden yayınlanan gama ışınlarının, başka atomlara çarpmasıyla, enerjilerinin bir bölümünü bunlara aktararak iyon çiftleri oluşturması gösteriliyor (iyon çifti: serbest kalan elektron ile arta kalan atom) /4/
Enerji Dozu
Radyasyonla yapılan araştırmalar, radyasyonun vücuda olabilecek
etkisinin, ilgili organın kilogramı başına, o organa aktardığı enerji miktarına
(Joule) bağlı olduğunu göstermiştir ki bu Enerji Dozu’dur Birimi Joule/kg olup,
Gray (Gy) ve miliGray (mGy) adlarıyla kısaltılmıştır.
1 Gray=1000 mili Gray= 1 Joule/kg (herhangi bir maddede, örneğin vücut
dokusunda enerji soğurumu).
Şekil 2: Bir radyasyon kaynağından yayınlanan iyonlayıcı radyasyonların maddeyi ışınlaması ve maddede dozun oluşması şematize ediliyor. Sağdaki şekil, bir radyasyon kaynağının bulunduğu yere konan ‚Radyasyon Uyarı‘ işareti /4/.
Eşdeğer Doz
Aynı enerji dozundaki farklı
radyasyonlar yolları boyunca, vücuttaki dokularda farklı uzaklıklarda
enerjilerini bıraktıklarından, geçtikleri hücreleri yoğun ya da az etkileyebiliyorlar
ve böylelikle farklı bozunmaya neden oluyorlar. Örneğin kütleleri büyük olan alfa
ışınları, deri yüzeyindeki hücrelerde soğurularak ya da enerjilerini onlara
aktararak, aynı enerji dozundaki Röntgen ışınlarından 20 kat daha fazla bozunmaya
neden olabiliyorlar. Buradan ‚Eşdeğer doz‘ kavramı ortaya çıkıyor ki bu da
Enerji Dozunun ‚kalite katsayısı‘ olarak adlandırılan bir katsayı ile
çarpımından oluşuyor (Alfalar için kalite katsayısı : 20). Eşdeğer doz birimi
Sievert (Sv), ancak daha çok binde biri olan
mili Sievert (mSv) kullanılıyor.
Etkin Doz
Vücuttaki çeşitli organ ve dokuların radyasyona duyarlığı farklı
olduğundan hem bunların etkilerini karşılaştırabilmek hem de tüm vücudun
etkilendiği dozu ve oluşabilecek kanser riskini hesaplayabilmek için ‚Etkin Doz‘
kavramı türetilmiştir. Genellikle,
radyasyondan korunmada, biyolojik bir doz olan etkin doz kullanılıyor. Etkin
doz, radyasyonun sadece özelliklerini değil, bunun yanı sıra, ışınlanan organın
bu radyasyona olan duyarlığını da içeriyor. Bu nedenle etkin doz, insana,
radyasyonun ne derece etkili olabileceğini de göstermiş oluyor.
Örneğin aynı eşdeğer doz için akciğerlerdeki kanser olasılığı (riski), tiroid
bezindekine oranla 3 kat daha yüksek. Tüm vücudun kanser olasılığını
kestirebilmek için ise her bir radyasyon
cinsi ve etkilenen her bir organ için kanser olasılıklarının hesaplanıp,
toplanması gerekiyor. Etkin doz, bir organın radyasyona duyarlığını hesaba
katan ‚Doz Ağırlık katsayısı’yla, eşdeğer dozun çarpımından oluşuyor, birimi
Sievert (Sv, mSv). Organların doz ağırlık katsayıları Çizelge 1‘de yer alıyor. Görüldüğü
gibi tüm vücut için doz ağırlık katayılarının toplamının 1 olması gerekiyor. Bu
değerleri Uluslararası Radyasyondan Korunma Kurulu (ICRP), zamanla gelişen
bilimsel araştırmalara bağlı olarak, ilgili yayınlarında açıklıyor. Son değerler
2007 yılındaki ICRP yayınında bulunuyor.
Doz ağırlık katsayısı örneğin Tiroid bezi için 0,04. Bunun anlamı,
örneğin tiroid bezinin büyüklüğünü belirleyebilmek için iyot 131
radyoaktiviteli su içirilen bir hastanın tiroid bezi 100 mSv’lik bir ‚tiroid
dozu‘ aldıysa (eşdeğer doz), bu dozun hastada tiroid kanseri oluşturma
riskiyle, o kişinin tüm vücudunun 4 mSv’lik doz alması sonucu (100 x0,04= 4
mSv, tüm vücut Etkin Dozu‘nun) vücuttaki kanser riskinin aynı olacağıdır.
Özetle, ‚Etkin Doz‘, kavramı ile, çeşitli cins ve kaynaklı
radyasyonların vücuttaki etkileri, kanser riskleri karşılaştırıyor, mSv olarak
aynı değerler, aynı kanser olasılığını (riskini) gösteriyor.
|
Çizelge 1: Farklı dokular için Doz Ağırlık Katsayıları (Vücudun ilgili organının aldığı Eşder Doz bu çizelgedeki katsayı ile
çarpılarak Etkin Doz hesaplanıyor) |
||||
|
Organlar |
Doku Doz Ağırlık Katsayıları |
|
||
|
ICRP26 |
ICRP60 |
ICRP103 |
|
|
|
Gonadlar (Yumurtalıklar) |
0.25 |
0.20 |
0.08 |
|
|
Red Bone Marrow (Kırmızı Kemik iliği) |
0.12 |
0.12 |
0.12 |
|
|
Colon (Kalın bağırsak) |
– |
0.12 |
0.12 |
|
|
Lung (Akciğer) |
0.12 |
0.12 |
0.12 |
|
|
Stomach (Miğde) |
– |
0.12 |
0.12 |
|
|
Breast (Göğüs, meme) |
0.15 |
0.05 |
0.12 |
|
|
Bladder (Mesane) |
– |
0.05 |
0.04 |
|
|
Liver (Karacığer) |
– |
0.05 |
0.04 |
|
|
Oesophagus (Yemek borusu) |
– |
0.05 |
0.04 |
|
|
Thyroid (Tiroid) |
0.03 |
0.05 |
0.04 |
|
|
Skin (Deri) |
– |
0.01 |
0.01 |
|
|
Bone surface (Kemik yüzeyi) |
0.03 |
0.01 |
0.01 |
|
|
Salivary glands (Tükürük bezleri) |
– |
– |
0.01 |
|
|
Brain (Beyin) |
– |
– |
0.01 |
|
|
Remainder of body (Arta kalan vücut) |
0.30 |
0.05 |
0.12 |
|
|
Toplam |
1.00 |
1.00 |
1.00 |
|
İyonlayıcı
Radyasyonların Vücuda Etkileri?
Radyasyonların vücuda etkileri, ancak 300 - 1000
mSv gibi ve hatta daha yüksek dozlarda gözlenebiliyor (Örneğin deride kızarma,
kanda değişiklik gibi). Yüksek dozlarda etkinin, doz arttıkça artmasına karşın,
düşük radyasyon dozlarında, doz arttıkça
etki değil, ‘etki olasılığı’ artıyor (Ya da başka bir deyimle: doz arttıkça, etki
daha sık gözleniyor).
Düşük dozlarda da radyasyon enerjisinin vücuda
aktarılması sonucu hedefteki hücre moleküllerinde bozunma ortaya çıkabiliyor. Örneğin
hücrelerindeki DNA molekül bağlarının koparılmasyla, hücrenin kendi onarım
mekanizmasına rağmen bunların onarılamayarak kanserin ortaya çıkmasıyla
sonuçlanabiliyor. Eğer radyasyon dozu belirli bir üst sınırı aşarsa, o zaman
dokularda da bozunma başlayabiliyor. Tipik doz üst sınır değeri: bir kaç yüz
mili Sievert.
Düşük dozlarda vücuda etki istatiksel. Örneğin büyük bir toplulukta (10
bin, 100 bin kişi gibi) her kişi aynı radyasyon dozunu almış ise, bunlardan
rastgele bazı kişilerin kansere yakalanması söz könusu olabiliyor. Ancak, bu
topluluktan ileride kansere yakalananlar içinde, kimlerin bu düşük dozdaki
radyasyonun etkisiyle kansere yakalandığını belirlemek olanaksız. Çünkü kanser
yapabilen çok sayıda başka etken olduğunu biliyoruz. Örneğin iyi yanmamış kömür
ateşinde pişen bir pirzolada biriken yüzlerce kanser yapabilen madde bulunuyor.
Fabrika baca ve otomobil egzos gazlarındaki kimyasallarla kirlenen havayı
soluyanlar da kansere yakalanabiliyorlar. Tüm dünyada ortalama olarak
insanların % 40’ı çeşitli nedenlerle (ya da bilinmeyen nedenlerle), yaşamları
boyunca kansere yakalanıyorlar ve ölenlerin % 25 kadarı da kanserden ölüyor.
Özetle: Çok büyük kanserli sayılarının içinde, radyasyondan ölümler
olup olmadığını ve olduysa bunların kaç kişi ve kimler olduğunu belirlemek ise
olanaksız. Benzer durum, yediğimiz besinlerdeki ya da soluduğumuz havadaki bazı
kimyasal maddelerin kansere neden olup olmadığı için de geçerli.
Etkin Doz Ölçümleri
Vücuttaki her organda ölçüm yapılamayacağından, etkin dozun vücutta
doğrudan ölçümü olası
değil. Bu nedenle radyasyona hedef olan bir kisinin bulunduğu yerde, sabit
ya da portatif bir aletle radyasyon doz hızı (saatte alınan radyasyon dozu : mSv/h)
ya da ‚ortam radyasyonu‘ ölçülerek o kişinin orada ne süre kaldığı da belirlenerek,
aldığı eşdeğer doz hesaplanıyor. Eşdeğer ortam dozundan etkin dozun bulunması
ise, ilgili radyasyonların cinsleri ve doz ağırlık katsayıları (Çizelge 1) göz
önüne alınarak yapılabiliyor ya da bu, ölçüm aletlerinde ilgili iç düzeltmeyle sağlanıyor.
Radyasyon Dozu Nasıl Azaltılır?
Çevremizde bir radyasyon kaynağı
varsa, bundan olduğunca uzak durmak ve orada bulunma süremizi kısaltmak, ayrıca
kurşun ve demir gibi duvar zırhlar kullanmak vücudumuzun alacağı radyasyon dozunu
büyük ölçüde azaltacaktır. Ayrıntlar için bkz. /4/.
Doz Değerlerine Örnekler
Gerek doğal radyasyonlarla (örneğin topraktan besinlere geçen uranyum’la, ayrıca kozmik ışınlarla) gerekse tıp ve
teknolojide kullanılan radyasyon kaynaklarından, özellikle tıptaki
gereksinimimize göre, az ya da çok ışınlanmaktayız.
Büyük değişimler gösteren
doğal radyasyon dozunun dünya ortalaması kişi başına yılda 2,4 mSv (Etkin Doz).
Buna ek olarak tıp ve
teknolojide radyasyon kaynakları kullanımı sonucu ortalama olarak da yılda 1,6 mSv kadar etkin radyasyon dozu
almaktayız.
Böylelikle yılda aldığımız
toplam ortalama etkin doz: 4 mSv.
Avrupa’dan New York’a yapılan bir uçak yolculuğunda kozmik ışınlardan
alınan ortalama Etkin Doz yaklaşık olarak 0,05 mSv.
Röntgen göğüs filmi çektirdiğimizde aldığımız ortalama etkin doz 0,02- 0,05 mSv.
Bilgisayar Tomografi (BT)
taramasında alınan etkin doz 1 ile 10 mSv arasında değişiyor.
Radyasyondan korunmada sınır değerler
Her radyasyon uygulamasının gerekçelendirilmesi ve planlanan işin
optimize edilerek daha az radyasyon dozunun alınması gereğinin yanı sıra,
radyasyondan korunmada sınır değerlere de uyulması gerekiyor. Radyasyonlarla
uğraşanlar sürekli kontrol altında olup gerektiğinde işten bir süre
uzaklaştırılabileceklerinden onlar için yılda alabilecekleri radyasyon doz
sınır değeri yılda 20 mSv iken, halktan bir kişi için sınır değer sadece 1 mSv.
Doğal radyasyonlar için bir sınır değer bulunmuyor.
Tıptaki uygulamalar için de sınır değer konulmayarak hastanın
iyileştirilmesi ön planda tutularak, radyasyon riski ikinci plana alınıyor.
Radyasyon tedavisinde alınan doz
Radyasyondan tedavisinde amaç
kanserli hücrelerin öldürülmesi olduğundan, ışınlamanın yaratacağı ek kanser
riskini göz önüne almak anlamsız. Burada, 10 ile 50 Gray arasında hatta daha da
yüksek enerji dozları kullanılarak tümörlerin öldürülmesi sağlanıyor.
Doğal Radyasyonlarla Sürekli
Işınlanıyoruz
Aslında insan, yer yüzünde
bulunduğundan beridir, uzaydan gelen kozmik ışınlar ile çevresinde ve
vücudunda bulunan‚ „Doğal Radyoaktif
Maddelerden‟ yayılan radyasyonlarla birlikte yaşamakta.
Vücudumuza solunum ve sindirim
yollarıyla, hava, su, tüm bitkisel ve hayvansal besinlerde, (az da olsa) bulunan,
radyoaktif maddeler girmekte, bunlar zamanla çeşitli organlarda birikmekte.
Vücudumuzda her saniye 9000 adet
kadar atom çekirdeği bozunuyor (parçalanıyor). Günde 800 milyona yakın! Ve her
parçalanmada ortaya çıkan enerjileri yüksek radyasyonlar, insan vücudunu
„içten‟ ışınlıyorlar.
Ayrıca kozmik ışınlarla ve
çevremizdeki herçeşit maddenin içindeki radyoaktif maddelerden salınan
ışınlara da sürekli olarak „dıştan‟
hedef olmaktayız. Vücudumuzdan yayınlanan radyasyonlar da,
çevremizde bize yakın kişileri az da
olsa ışınlamaktalar. Öte yandan, bir röntgen filmi çektirdiğimizde,
vücudumuza 100 milyar kadar ışın
girmesine rağmen vücutta „belirgin bir hasar‟ ya da hastalık
başgöstermiyor. Her ne kadar
hücreler, radyasyonlara karşı gerekli savunmayı yaparak kendilerini
korumakta iseler de giriciliği yüksek
iyonlayıcı ışınların, hücre ve organlarda hasar oluşturabilmesi,
düşük dozlarda çok seyrek olarak da
kanser gibi ölümle sonuçlanabilecek hastalıklara yol açması
olasılığı var.
Sonuç
Doğal ve insan yapısı radyoaktif
maddelerden, Röntgen aletlerinden yayınlanan ışınlarla, kozmik ışınlarla, etkilenmekteyiz.
Bunların vücudumuza aktardıkları enerji miktarı radyasyon dozunu oluşturmakta, bu
doz da atom ve moleküllerde değişiklikler yapmaktadır.
Yukarıda vurguladığımız gibi, tıp ve teknolojideki her bir radyasyon
uygulamasının insana daima yarar sağlayacak bir gerekçesi olmalı ve uygulama
sırasında alınacak radyasyon dozu da, akıl ve mantığımızla uyumlu olacak
şekilde ‘olduğunca düşük ya da az’ olmalıdır. Doğal radyasyon dozu da, bize ayrıca
bununla ilgili karşılaştırma ve değerlendirme yapmamızı sağlayan önemli bir
ölçüt olmaktadır.
Not: Bu yazı, 30 Ekim 2020 günü Herkese Bilim Teknoloji dergisi
portalında yayımlanmıştır.
Yüksel Atakan, Dr.Fizik Y.Müh., ybatakan3@gmail.com Almanya
………………………………….
Kaynaklar
/1 / Bundesamt für Strahlenschutz, https://www.bfs.de/DE/themen/ion/ion_node.html
/2/ https://www.bfs.de/DE/themen/ion/wirkung/strahlenempfindlichkeit/strahlenempfindlichkeit.html
/3/https://www.bfs.de/DE/themen/ion/anwendung-medizin/diagnostik/nuklearmedizin/nuklearmedizin_node.html
/4/ Radyasyon ve Sağlığımız? kitap, Y.Atakan, Nobel
Yayınları, 2014 , https://www.nobelkitap.com/kitap_113005_radyasyon-vesagligimiz.html
/5/
https://www.radioactivity.eu.com/site/pages/Effective_Dose.htm



